SSCB ve Çin’den bütün dünyaya dalga dalga yayılan komünizmin şemsiyesi altına Türkiye’yi de almak için yoğun çaba harcandığı 1965-1980 yılları arasında bir iç savaş yaşadık…

Devletin kılcal damarlarına sızmış olan komünist idarecilerin sessiz kaldığı, görmezden geldiği bu örtülü işgali ilk gören ileri görüşlü lider Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ olmuştu. Asker kökenli bir siyasetçi ve devlet adamı olan Başbuğ Türkeş kurduğu teşkilatta birkaç yıl içerisinde yüzbinlerce ülkücü genç yetiştirmişti.

Bu gençler Türkiye’yi Demirperde ülkesi yapmak üzere kutsal bütün değerlere saldıran komünist teröristlerin karşısına birer iman kalesi gibi dikilmiştir.

SSCB’nin dağılmasından sonra eski Demirperde ülkesi kadınların açlık, yoksulluk ve inançsızlık yüzünden komşu ülkelere giderek bedenlerini satmalarının ardından ülkücü hareketin canını ortaya koyarak yaptığı fedakârlığı herkes anlamıştır.

O dönemde yalakalık yaparak makam mevki kapmak, karaborsacılık yaparak servetine servet katmak, “ne sağcıyız, ne solcu, biz diskocuyuz” diyerek sefil bir hayat sürmek ile gününü gün eden insanlar yıllar sonra o şanlı mücadeleyi itibarsızlaştırmak için “sağ-sol kavgası” veya “kardeş kavgası” deseler de, aslında ülkücülerin o mücadele ile Türk milletinin namusunu kurtardığı gerçeğini herkes görmüştür.

İşte o savaştan sonra ABD’nin emriyle idareye el koyan beşibiryerdelerin hukuk tanımaz davranışları sonucu binlerce ülkücü cezaevlerine doldurulmuş, binlercesi yurtdışına çıkmış, onlarcası işkence altında şehit düşmüş ve dokuzu da idam sehpasından Yaradan’ına kavuşmuştu.

Dolayısıyla 12 Eylül 1980’den sonra ortalık can pazarına dönmüş, serbest kalan az sayıdaki ülkücü de mahkeme salonları, cezaevi kapıları, hastane koğuşlarındaki ülküdaşlarının peşinde yıllarını geçirmişti.

Sonra bizim nesil teşkilatlarda görev almaya başladı…

1990’ların başıydı, ihtilalin izleri artık yavaş yavaş siliniyordu…

Güneydoğu’da çeşitli terör örgütleri palazlanmış üzerimize geliyorlarmış ne gam!

Biz ki, kasırgalara göğüs germiş bir hareketin mensuplarıydık, rüzgâr bize ne yapsın?

Yeniden teşkilatlanma, seminer, konferans, konser, miting, kahvehane toplantıları, köy ziyaretleri, duvar yazıları, afiş çalışmaları, sportif faaliyetler ve tabi ki dönemin şartları gereği yapılan kavgalar!

Bütün bu işlerle uğraşırken bir de geçmişin kaydını oluşturacak fırsatı bizler de bulamadık…

Kolay değildi, bir savaşın izlerini silmek, yaralarını sarmak, orduyu yeniden düzene sokmak, modernize etmek…

Ocak’ta resmi görevim biter bitmez, bir başka ocağa koştum, yani askerlik görevimi tamamlayıp Urfa’ya döndüm.

Geçimimi temin etmek için kurduğum Töre Kitabevi kısa zamanda yeni bir teşkilat binası hüviyetine bürünmüştü…

Hâl böyle olunca ben de mekânın ruhuna uygun bir iş yapmaya karar verdim ve 12 Eylül 1980 öncesi Hakk ile batıl arasında yaşanan savaşın Urfa cephesinde kahramanca savaşıp can veren şehit ülküdaşlarımı kayıt altına almak üzere çalışma başlattım.

Aynı dönemde evlendim, yaklaşık iki yıl boyunca evin duvarlarında, masaların üstünde, kitaplıkta başınızı çevirdiğiniz her köşede şehit resimleri ve alınan notlar vardı.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da, büyük bir sabır ve özveri ile bana sürekli destek olan ülküdaşım ve evdeşim Fatma Yeşim ERSOY SAVAŞ hanımefendiye teşekkürlerimi bir kez daha iletmek istiyorum.

1999’un son aylarında yayına hazırlanan kitabımız, Nisan 2000’de Kültür Bakanlığından bandrollü olarak AHDE VEFA adıyla yayınlandı.

Şehitlerimiz artık kayıt altına alınarak tarihe not düşülmüştü…

Onları unutanlar hatırladı, bilmeyenler tanıma fırsatına sahip oldu…

Şehit resimlerini çerçevelettirerek Şanlıurfa Ülkü Ocakları Seminer Salonunda bir şehitler köşesi oluşturdum.

AHDE VEFA ülkücü şehit aileleriyle teşkilat arasında bir köprü olmuştu.

AHDE VEFA ilk yayınlandığında yerel anlamda hazırlanan ilk ülkücü şehitler kitabıydı… 

Sonraki yıllarda başka illerde de bu çalışmanın yapıldığını duydum ve gördüm…

Aradan 22 yıl geçtikten sonra Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit YILDIRIM beyefendinin talimatıyla başlatılan bir proje kapsamında Şehit Aileleri Birim Başkanı Abdullah COŞAR beyefendi tarafıma ulaştı:

Ülkücü şehitlerle ilgili bugüne kadar yapılmayan birşeyi yapacaklarını, Türkiye genelindeki bütün ülkücü şehitlerin fotoğraflarının olduğu, hayat hikayelerinin anlatıldığı ve kabir konumlarının gösterildiği bir internet sitesi kuracaklarını bununla ilgili yapılacak tasnif, güncelleme çalışmaları yapılacağını anlattı.

Elimizdeki bütün bilgileri, Ülkü Ocakları Şanlıurfa İl Başkanım Sayın Mehmet Cenab ALPAY ve Birecik İlçe Başkanım Sayın Salih BAŞKAPAN’ın yardım ve destekleriyle güncelleyerek dün itibariyle Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Merkezi Şehit Aileleri Birimine teslim ettim.

Şimdi, internet sitemizin faaliyete geçmesini büyük bir heyecanla bekliyoruz.

Şehitler kanını verdi, sıra âlimlerin mürekkebinde…

Var olsun ülküdaşlık hukukumuz!

Tanrı Türk’ü korusun!