10 Ağustos 1978 gecesi Ankaranın Balgat semtinde peş peşe 5 kahvehane tarandığı olay sonrası 5 kişi yaşamını yitirdi. Kahvehanelerden üçü solculara, ikisi ülkücülere aitti… Olay sonrası Karapınar mahallesine baskın yapan polis bir gurup ülkücü genci olayın failleri olduğu gerekçesiyle gözaltına aldı.

Gözaltına alınanlardan biri de 22 yaşındaki Mustafa PEHLİVANOĞLU idi… Oysa Mustafa, olayın gerçekleştiği saatte mahalle camisinde teravih namazındaydı, cami cemaatinden Mustafanın namazda olduğuna dair şahitlik etmek isteyenlerin hiçbirinin şahitlikleri kabul edilmedi. Mustafa gözaltında kaldığı 10 gün boyunca kamuoyunca 'Balgat Katliamı' olarak adlandırılan eylemi gerçekleştirdiğini itiraf etmesi için tezgahlarda akıl almaz işkencelerden geçirildi. Hatta bir ara kardeşi Oktayın da gözaltına alınarak işkenceye maruz kaldığını yıllar sonra Annesi Zeynep hanımdan öğrendik…

Mustafa ve arkadaşları tutuklanarak Mamak cezaevine konuldular. Mamak cehenneminde yıl yattıktan sonra İsa ARMAĞAN isimli ülküdaşıyla birlikte 1980 Eylülünde firar ettiler. Ancak birkaç gün sonra 12 Eylül ihtilali olunca Kütahyada bir bağ evinde yakalanarak yeniden Mamaka getirildiler. Mustafanın idam kararının Yargıtayca onaylandığı günlerde Ankara Gölbaşında Dev-Sol terör örgütünün hücre evi olarak kullandığı bir mağarada Balgat olayında kullanılan silahlar bulundu, ülkemizi karıştırmak isteyen emperyalistlerin bu olayı dev-solculara ihale ettikleri gün gibi ortadaydı… Kenan EVRENde daha sonra 'konu hakkında bana da bilgi geldi ama artık infazdan vazgeçemeyiz' diye iğrenç bir itirafta bulunacaktı. Zaten idam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hakimi Ali Fahir KAYACANda daha sonraki anılarında Mustafayı solcu Necdet ADALIya denge olsun diye astıklarını itiraf etmişlerdi… Neticede, 1980 senesinin 7 Ekimini 8 Ekime bağlayan gece Mustafa PEHLİVANOĞLU idam edildi. İdamı için ailesine haber verilmemişti, ailesi idamdan üç gün sonra oğullarını ziyarete geldiklerinde acı gerçeği öğrenmişlerdi. Savcılık kararı ile iki yıl sonra mezarı açtıran ailesi o anı şöyle anlatmışlardı;

'Savcılık kararı ile mezarı açtılar. Limon gibi sararmıştı yavrumun kefeni… Ne kefeni, ne vücudu, ne de teni hiçbir şekilde bozulmamıştı. Oradaki herkes şahit, mis gibi bir koku yayıldı etrafa, oradakiler, 'Biz bugüne kadar böyle bir mevta görmedik dediler.' şeklinde anlatmışlardı.

Adalete kara leke sürülen bu olaydan tam 30 yıl sonra dönemin Başbakanı Recep T. Erdoğan TBMM kürsüsünde konuşma yaparken idam edilen sol Erdal EREN için yazılan bir şiiri ardından da Mustafa PEHLİVANOĞLUnun ailesine yazdığı mektubu okuyarak gözyaşı döktü. Bu gözyaşları ne solcu Eren için, ne de ülkücü Pehlivanoğlu içindi, bu gözyaşları yaklaşan 12 Eylül 2010 Referandumunda hem ülkücülerin, hem de solcuların oyunu almak içindi… Mektubu okuyan hatip ve avenesi hüngür hüngür ağladılar…

Dün, yani 7 Ekim 2015 günü Ülkücü İdam Şehidi Mustafa PEHLİVANOĞLUnun şahadetinin yıldönümü olması dolayısıyla köşe yazımda yad etmek istedim… Fakat özellikle bekledim, referandum öncesi şehidimizden medet bekleyen ve ülkücülerin samimi duygularını suiistimal eden zevatın bu sene de ülkü devimizi hatırlayıp, hatırlamayacağını merak ediyordum…

Şimdi soruyorum; Mustafa için ağlayanlar nerdesiniz?

Ve dahası, ağlayanlara inananlar, şimdi utanıyor musunuz?

Bu utancınızdan kurtulmak için; son mektubunda 'Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafalar ölür Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allaha inanlarındır.' diyen Mustafa PEHLİVANOĞLUnun vasiyetini yerine getirmek, yani MHPye oy vermek ve oy bulmak her ülkücünün asli görevidir.

Şehidimizin huzuruna görevimizi yapmış olmanın mutluluğu ile çıkabilmek dileğiyle…