“Benim naçiz tenim elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurarak Türk milletine armağan ettiği mukaddesatımız, namusumuz, şerefimiz, devletimiz, yani Türkiye Cumhuriyeti…

Dünyadaki 208 devletin birçoğunda olduğu gibi Türkiye’de de farklı bölgelerde çeşitli yerel diller/ağızlar konuşulmaktadır.
Aynı zamanda bir sevgi, şefkat ve hoşgörü ülkesi olan Türkiye’de hiçbir kesim konuştuğu yerel dilinden dolayı ötekileştirilmemiş bilakis bu durum kültürel zenginliğimiz olarak kabul edilmiştir.

Fakat konuşulan yerel diller Türk’ün ezeli ve ebedi düşmanlarının iştahını kabartmıştı. Saldırılarını bu cephe üzerinden yoğunlaştırmak için farklı lehçeler konuşan kesimler teker teker yoklanmış, bunların içinden satın alınabilecek olanlar tespit edilmiştir.

Bunlardan Şeyh Sait gibi, Seyit Rıza gibi, Abdurrahmanpaşa gibi, Bedirhan gibi, Şeyh Selim Şehabettin gibi, Resul ağa gibi ihanet gönüllüleri emperyalistler tarafından fonlanarak Türk devletine başkaldırmaları sağlanmışsa da, yerel diller üzerinden devleti bölme girişimi her seferinde Türk’ün iradesine ve beş bin yıllık Türk devlet geleneğine çarparak parçalanmıştır. Türk’e kalkan akılsız başlar her zaman ezilmiştir.

İngilizlerin desteğiyle, ihanetlerini yasalarla kamufle etme kurnazlığı ile 1918’de kurulan “kürt teali cemiyeti” 1921’de kapatılmış ve 1969’da kurulan “devrimci doğu kültür ocakları” ise 1971’de kapatılmıştır.

Daha sonra Kawacılar isminde bir terör örgütüyle sahneye çıkan bölücüler, birçok cinayet işledikten sonra kendi aralarında bölünerek apocular adında yeni bir babasız çocuk daha ortaya çıkarmıştır. İlerleyen süreçte fikir ayrılığından dolayı apocular, kawacıları öldürüp, yok ederek 1978 yılında Marksist, Leninist, dinsiz, milliyetsiz bir örgüt olan pkk’yı kurdu.

O günden beri yaklaşık 40 bin insanımızın kanına giren pkk’ya karşı katrilyonlarca liraya mal olan itlaf operasyonları yapıldı. Başları ezildi ve ezilmeye devam edecektir.

Sonraki yıllarda önce SHP çatısı altında siyasete giren, sonra bağımsız seçilip örgüt bağlantılı partilere transfer olan milletvekilleri üzerinden hazineden de yardım alarak ülkemiz aleyhine çalışmalarına devam etmişlerdir.

1999’da yakalanan bebek katili teröristbaşı İmralı Cezaevine kapatıldı. Türk adaletinin engin hoşgörüsü sayesinde asılmaktan kurtulan daha sonra da kapatıldığı cezaevinde kalan, kamuoyu tarafından hiç hatırlanmıyordu. Ama nasıl olduysa birdenbire gelen bir şifahi davetle bu katilin adı yeniden gündeme geldi. İmralı adasına yine turlar düzenlenmeye başladı. Sonra çeşitli medya organlarında teröristbaşının silah bırakmak için öne sürdüğü/sürmeyi planladığı talepleri yazılıp, çizilmeye, madde madde sıralanmaya başlandı.

Evet değerli okurlarım,
Doğumdan sonra adınıza kimlik çıkarılırken, ana sınıfına kaydolurken, ilk, orta, lise, üniversite eğitimi alırken, spor yaparken, milli takıma çağrılırken, ticaret yaparken, siyaset yaparken, çiftçilik yaparken, Sivil Toplum Kuruluşlarına yönetici olurken, seyahat ederken, mülk edinirken, kamu ihalesi alırken, memur olurken, genel müdür olurken, hâkim, savcı olurken, belediye başkanı, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı seçilirken kimseye ailesinin konuştuğu yerel dil soruluyor mu, hayır sorulmuyor.

Çünkü anayasamıza göre ayyıldızlı bayrak altında yaşayan ve sorumluluklarını yerine getiren her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türk’tür.

Yukarıda sıraladığımız özellikler demokratik bir ülkede özgür bireylerin faydalandığı haklar değil midir?
Bir vatandaş bunlardan başka nasıl bir özgürlük isteyebilir?

O zaman terör örgütünün ve İmralı’daki teröristbaşının bunlardan başka nasıl bir talebi olabilir?

Eğer bu talep devletimizin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşürecek bir talepse sınırı aşmış olurlar ve her santimetre karesinde şehitlerimizin kanı olan vatan toprağından bir tek çakıl tanesi bile talep edenlerin kafasına devletin “kadife eldiven içindeki çelik yumruğu” iner!

Herkes ayağını denk alsın ki,
Huzurumuz, birliğimiz daim olsun.