UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tavsiyesiyle ancak 1994 yılından itibaren dünyanın diğer ülkelerinde 5 Ekim tarihi öğretmenler günü olarak kutlanmaya başlandı.
Oysa ki; Türkiye’de 1981 yılında Resmi Gazetede yayımlanarak, 24 Kasım Öğretmenler Günü olarak kabul edilmişti. İşte tam 42 yıldan beri Türkiye’de öğretmenlerimizin onure edildiği özel bir gün var.
Yani öğretmene değer verme konusunda da, Türk milleti, diğer milletlere öncülük ederek bir kez daha asaletini göstermiştir.
Bizim neslin ilk veya ortaokul dönemlerine denk gelen ilk 24 Kasım’dan beri öğretmenlerimizi ziyaret ederek, hediyeler vererek, bir nebze de olsa haklarını ödemeye çalışırız.
Taşrada; çorap, mendil, kalem, kravat…
Merkezde; saat, tablet, bilgisayar…
Yeterli mi?
Değil!
Yılda bir gün adına tören yapmakla, bir - iki hediye vermekle öğretmenlere borcumuzu ödeyemeyiz.
Öğretmenler hepimizin hayatında önemli bir yere sahiptir.
Her Türk evladı öğretmeninden övgüyle, sevgiyle ve saygıyla bahseder.
Bizim çocukluk yıllarımızda öğretmen mahalleye girince, dükkanının önünde oturan esnaf ayağa kalkar, yüksek sesle konuşanlar sesini kısar, ceketi omzunda olanlar bile esas duruşa geçerdi.
Ama öğretmen de, sadece bilgi birikimiyle değil, giyim kuşamı, tıraşı, kişisel bakımı, oturup kalkması, yardımseverliği, yol göstericiliği, yaşam koçluğu ve duruşuyla da topluma örnek kişiydi.
Bugün gelinen noktada artık öğretmenler eski öğretmen değil, öğretmenin toplumdaki yeri de eskisi gibi değil!
Evet, öğretmen eski öğretmen değil,
Çünkü, öğretmen atanamıyor, bugün eğitim fakültesini bitiren veya çeşitli fakültelerden mezun olup formasyonu bulunan ve atama bekleyen öğretmen sayısının bir milyona yaklaştığı tahmin ediliyor.
Atanamayan bu öğretmenlerimiz, kuryelik, kasiyerlik, garsonluk, resepsiyon görevlisi, çağrı merkezi görevlisi gibi işlerde çalışıyor, torpil bulabilenler veya şanslı olanlar polislik, uzman çavuşluk gibi mesleklere yöneliyor…
Atanamayan öğretmenlerimizin bazısı yurtdışına çıkıp “”beyin göçü”nü gerçekleştiriyor, gidemeyenler ise eğitimini aldıkları mesleği yapamadıkları için onların da bir nevi “beyin ölümü” gerçekleşiyor.
Peki, atanan öğretmenlerimiz ne yapıyor?
Öncelikle küçük şehirlere veya mümkünse kırsal kesime atanmak için dua ediyorlar.
Dualarının kabul olması durumunda açlık ile yoksulluk sınırı arasında bir yaşam sürebiliyorlar.
Eğer bir de 30 büyükşehirden birine tayin olmuşsa, maaşının yüzde seksenini kira, ulaşım ve faturalara harcayacağı için açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verecek demektir.
İşte bu sebepten dolayı, öğretmenin giyim kuşama, tıraşa, kişisel bakıma ayıracak parası ve zamanı kalmamıştır.
Öğretmen ek iş yapma derdine düşmüş, köyünden daha fazla erzak getirmenin hesaplarını yapmaya başlamış, kredi ve kredi kartı borçlarının altında ezilmeye başlamıştır.
Eli öpülesi öğretmenlerimizin, böyle bir ortamda öğretmenler gününü düşünecek halleri kalmamıştır.
Mesleki etik, saygınlık, örnek insan olma vs…
Öğretmenlerin öncelik sıralaması değişmiştir…
Öğretmenlerimizin birinci önceliği geçim olmuştur!
İstatistiklere göre, son 10 yılda bu sıkıntıyı aşamadığı için umudunu yitiren öğretmen ve öğretmen adaylarından 300’ü intihar ederek yaşamına son vermiştir….
İşte bu nokta, sözün bittiği yerdir!
Kendisini mesleğine ve Türk milletine vakfetmiş bütün öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Gününü kutluyor, öğretmenlerimiz başta olmak üzere, bütün kamu çalışanlarımızın yoksulluk sınırının üstünde maaş alarak sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmelerini diliyorum.