Aradan geçen 10 yılın ardından yüzünü, ismini, saçlarını unutmuştum. O gün giydiğin elbisene sinen kokunu asla unutamadım. Kırmızı renkli eteğinin üzerine ilme ilme dokunan beyaz renkli çiçeklerin—adlarını hatırlayamadığım- bana olan bakışları seni tamamlıyordu. Baharda açan çiçeklerin koleksiyonunu yapmıştı modacı ve üzerine giymen için hint kumaşıyla bezemişti elbiseni. Eteğinin uzunluğu ayakkabının ortaya çıkmasına izin vermiyordu. Kırmızı eteğinin üzerine giydiğin beyaz gömleğin, ülkemizin şanlı bayrağının renklerini taşıyordu. Bütün etnik kökenleriyle beraber aşkla yaşadığını, senin üzerindeki elbisene dokumuşlardı ve sen Türkiye kokuyordun. Beyaz gömleğinin düğmeleri süt rengine benziyordu. Teninin beyazlığı, gömleğinin düğmeleriyle yarışıyordu adeta. Kimin galip geldiğini ise; yoldan geçenlere soruyordu.

Saçlarının siyahlığı kömüre benziyordu. Madencilerin yüzleri gibiydi. 12 saat durmadan -vardiyalı bir şekilde- gece gündüz demeden çalışan madencilerin, madenden çıkarken yüzlerinde oluşan kömür karası gibiydi saçların. Bukle şeklini alan ve -tango yapan çiftler gibi- rüzgârla çift olup, kendisini havada asılı bırakan saçların, rüzgârla tango yapıyordu ve ben rüzgârı kıskanıyordum. Hani bir deyiş vardır; ‘elma yanaklı, kiraz dudaklı gibi’ senin yüzünde meyve bahçesi gibiydi. Gözlerin siyah üzüm taneleri gibi, yanakların elma, dudakların kiraz gibiydi. Bu meyve bahçesinden, her bir meyvenin tadına bakmak istesem de yine de yapamazdım. Seni kendimden bile kıskanırken nasıl da senin bahçene zarar verebilirdim. Olgunlaşmasını bekleyip, yere düşen tanelerinden toplamak istedim.

Uzaktan bana doğru yürürken kokun rüzgârla taşınıp burnuma gelince; ‘sevdiğim geliyor’ diye içimde fırtınalar kopuyordu. Bana her bir adım attığında ben sana koşmak istedim. 100 metre koşusunu yapan atlet gibi sana doğru koşmak istedim.

Ve aradan geçen 10 yıl seni unutmak için yeterli değilmiş. Kokun seni unutmama izin vermiyor. 1 kilometre öteden gelen kokun, rüzgâra karışıp burnumun içinde dolaşırken seni unutmama imkân var mı?  Kokun beynimde anılarımı deprese ederken, gözümde canlanan mazi bana seni hatırlatıyor. Yine senin bastığın ve kokunu etrafa dağıttığın meskenlerden geçiyorum. Senden bir iz, bir ipucu yok. Bastığın topraklara seni soruyorum, cevap yok! Gittiğin mekânlara soruyorum, ama sen yoksun! Senin olmadığın bir yerde daha fazla duramadım ve kaçtım bu şehirden. Kendimi sana bırakarak, kendimden kaçtım. Ama bir tutam kokunu sakladım. Seninle gece ayazında oturduğumuz bankta, sana ceketimi vermiştim. Senin kokunu çaldı o ceket. Yıllar geçtikten sonra hala sen kokuyor. Hiç değiştirmedim ve o hiç eskimedi.