Tek derdimiz gönül kazanmak olsaydı, toplumların refah düzeyi daha yüksek olurdu. Sermayemiz gönül olduğu için derdimiz de çoğalır hale geldi. Her gönüle girmek ayrı dert, her gönülde kalıcı olmak ayrı dert!

Toplumları oluşturan insanlar, sermayesini gönül olarak değil de; mal, mülk veya bulunduğu koltuk hasebiyle dertlendikleri için kalıcı olmaları imkânsız hale geliyor. Bu konuda rant meselesi ön plana çıkarken gönül meselesi de arka planda tutularak, yol kat edilmeye çalışılıyor. Bulunduğunuz koltuğa karakterimizin yanında güzel gönlümüzü de koyabilseydik; daha yaşanılır bir Türkiye ortaya çıkardı. İşimizi gerektiği gibi veya mükemmel bir iş olarak neticelendirseydik; toplumun refah düzeyini bir kat daha artırmış olurduk!

Gönle girmek zorlu bir süreç ve o gönlü kalıcı hale getirmek çetrefilli bir yoldan geçiyor. Dertlerimiz çoğaldığı ölçüde gönüllerde yer edinebiliriz. Dertlerimizi paylaştığımız ölçüde yüreklerde yaşayabiliriz. Sermaye olarak dertlerden çok gönülleri ön planda tuttuğumuz zaman bir saadet zincirinin halkalarını tek tek birbirine bağlayabiliriz. Bu konuda düşülmesi gereken konu; bu zincirleri bir arada tutan gönüllerin yıkılmamasıdır. İlmek ilmek dokunan gönülleri, halkalara geçirirken gösterilmesi gereken hassasiyet; gönüllerde hissedildiği kadardır.

Buraya kadar yazılan ve çizilen olgu; sermayesi gönül olanın gönüllerde kalıcı olmasıydı. Toplum olarak gönülden bağ kuranların dertleri çoğalmaya başladı mı sermayeleri de bir o kadar artmaya başlar. Girilen yüreklerde kalıcı olmayı kendilerine dert edinmeye başlarlar. Asıl marifet, o zaman telakki eder. Girilen gönülde bir iz, bir imza atılması veya o gönlün kazanılması gerekmektedir. İnsan, bu konuya kafa yorunca dertlenir. Derdini anlatmaya başlamak için kalıcı bir gönülde çare arayarak dertlenir. Ne zaman ki derdi dünyalık olmasın; o zaman dertler derya, kendisi de bir meczup olur.

Sermayesi gönül olanın dünyalık olan tarafını bir tarafa bırakırsak, bizim daha çok üzerinde duracağımız konu ise; ahretliktir. Gönlünü dünyalıklardan daha çok ahiret için çalışması, kulun kulluğunu ön planda tuttuğunu gösterir. Dünyalık işleri bir tarafa bırakması, gerektiği yerde dünyalık hislerini de göstermesi gerektiğini de unutmayalım. Sürekli dünya peşinde koşup da, gönlünü heba etmesin boşa! Dünya işleri peşinde koşup, sermayesi olan gönlünü; mal, mülk, para, aşk, aş, rant peşinde hepsini harcamasın. Kendine yetecek olan kısmını alsın, gerisini kalıcı olacak olan gönüllere girmek için harcasın. Belki o zaman kalıcı olarak yaşayabileceği bir gönlü bulabilir.

Dünyalık olan gönül, boş heveslerle geçirilebilecek şeyler olmasın. Daha çok kalıcı olan şeylerden olsun. Para, mal, mülk bunlar; gönüllerin yorulacağı, kırılacağı yerler olup daha çok insanların gönüllerine girmek için ve orada kalıcı olabilmek için çabalanması gereken durumlardır. Ne zaman ki; bir insanın gönlünde taht kurabildik, işte o zaman dünyalık olan gönül; ahretliğe ulaşır. Zaten bizim telakki edeceğimiz ve varacağımız mecra; ahretlik olsun ki, kalıcı olabilelim.

Toplum değişime uğramaya başladığını fark ettiğimden beri; insanların gönüllerinde kalıcı olmaya çalışmak, lazım geldiğini idrak ettim. Buradan yola çıkarak sermayemin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sermayesi olmayan insanın, hayata tutunması ve ahirete olan yolu tıkanma noktasına gelmiştir.

Öncelikle, günümüz toplumlarının oluşturduğu yeni bir Türkiye ortaya çıktı. Özellikle gençlerin söz sahibi olduğu konuların başında; ‘flört etme’ gelmektedir. Kız veya erkeğin ilk bakışmalarından sonra meydana gelen kıvılcımların; etrafa saçılarak, topluma aks ettirilerek gelen arkadaşlık, flört etme düzeyine gelmektedir. Bir gencin evlenme isteğini geri çevirip; ‘önce flört etmeliyiz’ lafını atan genç, toplumda yeteri kadar ahlakı kazanmanın yanında bilinç olarak da akıl baliğ olamamıştır. Bakın burada; ‘flört etmeyin’ demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Burada dikkatinizi çekmek istediğim konu; flört etmeden de bir takım ilişkiler sürdürülebilir olduğunu göstermeye çalışıyorum.

Toplumdaki ahlaki kavramları yitirip, benliğimize ve gönül hanemize yazdıramadığımız kelimeleri yitirmiş bulunmaktayız. Öyle bir toplum oluşturmuşuz ki; bunun adına flördistan desek, ayıp olmaz. Sermayemiz belli, dertlerimizi de böyle ufak tefek şeyleri büyütüp kendimize dayatırsak işin içinden çıkamayız. Dünyalık dertlerimizi sermayemizle yersek; iflas bayrağını en yakında zamanda çekip, intiharın eşiğine gelmiş oluruz.

Flördistan, tam da dünyalık dertlerin bulunduğu bir yer. Para, mal, mülk, aş ve en çokta aşkın ön planda tutulduğu bir sermaye! Bu mekânda yaşayabilen olmamıştır. Sermayesini gönülleri fethetmekle uğraşan insanlar, dertlerinin çoğalmasının yanında huzuru da bulduğunu fark edeceklerdir.