Atadan, dededen kalma bir evimiz var, ailece bu evde yaşıyoruz…
Aynı şekilde bizim gibi onlarca kuşaktır yan evde yaşayan Aslan soy isimli aile vardı,
Bu komşu eğitim, kültür, gelir düzeyi, nezaket kuralları bakımından çok geri durumdaydı,
Çok zaman evinde yiyecek ekmek bile bulamayan bu komşumuzun bir düzine de çocuğu vardı,
Komşumuz çok sert bir adamdı, evlatlarını döver, söver, cezalandırırdı,
Gerçi çocuklar da hak etmiyor değildi…
Okuldan kaçıyor, öğretmenin arabasını çiziyor,
Girdikleri hiçbir işte dikiş tutturamıyor,
Kahvede kumar oynuyor,
Mahallenin kızlarına askıntı oluyor,
Okula giden çocukların cep harçlıklarını ellerinden alıyor,
Duvarlara yazı yazıyor,
Mahalleye gelen hırsızlarla birlikte iş tutuyor,
Evlerin zillerine basıp kaçıyor,
Çöp konteynırlarını ortaya deviriyor,
Parklara, ağaçlara, çiçeklere zarar veriyor,
Kedi ve köpeklerin kulaklarını, kuyruklarını bile kesiyorlardı…
Başlarında o sert adam olmasa kim bilir daha ne fenalıklar yaparlardı?

Bir akşam komşunun evinden çığlıklar yükseldi,
Tokat sesleri ve feryatlar bütün mahalleyi kapladı,
Bütün komşular bizim sokağa toplandı ama adamın sert yapısından dolayı kapıyı çalıp olaya müdahil olmaya cesaret eden yoktu.
Kapıyı çalıp olaya müdahale etmek, çamur deryasının içine girmek gibi bir şeydi, yani ne kadar dikkat etseniz de üstünüz başınız batacaktı.
Bu sebepten herkes olayı uzaktan seyrederken, bir anda verdiği ani bir kararla babam komşunun evine dalarak dayak yiyen çocukları alıp bize getirdi.
Sevgili babacığım, zaten biz koskoca bir aile tek maaşla geçinmeye çalışıyoruz, bir de komşunun bir düzine çocuğunu nasıl doyururuz.
Üstelik bu kadar problemli çocukları…
Babam, belki de mahalledeki itibarını artırmak, namını yürütmek için böyle bir karar vermişti ve kararından dönmeye de hiç niyeti yoktu.

Aslan ailesinin çocukları bizim eve sığındığından beri, eskisi kadar et, süt, sebze, meyve alamaz olduk,
Eskisi kadar düğüne, gezmeye, pikniğe gidemez olduk,
Eskisi kadar ayakkabı ve elbise alamaz olduk,
Tatile gitmek filan zaten hayal olmuştu…

Üstelik evde huzurumuz da kalmamıştı,
Kardeşimin sünnetinde takılan çeyrekleri çaldılar,
Babamın kitaplarını sahafa sattılar,
Kapının kilidini bozdular,
Pencerenin camını kırdılar
Odanın ortasında nargile içiyorlar,
Çöp poşetini balkondan sokağa fırlatıyorlar,
Hiç yıkamadıkları ayakları çok kötü kokuyor,
Hem kendi aralarında kavga ediyor, hem de kardeşlerime sataşıyorlar,
Hatta bir sene kışlık erzakımızı da çalıp satmışlardı…
On yıldır bu çileyi çekiyoruz,
Artık tahammülümüz kalmadı!

Mahallede meydana gelen hırsızlık, kavga, yağma, gasp, taciz gibi yüz kızartıcı olayların faalini arayan polisler, bekçiler bu misafirlerimiz yüzünden mutlaka bizim eve uğrar olmuşlardı.
Babama her şikâyet edişimizde,
“Onlar bizim misafirimizdir, ben geri gönderemem” diyor.
Yahu babacığım lütfen artık anla, bu çocuklar ailemizin yapısını, töresini, geleneğini, ekonomisini bozdular, itibarımızı sarstılar, mahalledeki komşularımız bize eskisi kadar değer vermez oldu.
Sevgili babacığım, misafirlik üç gün, beş gün, bir hafta, bir ay olur ama on yıl olmaz!
Bu çocukları babalarının evine geri yollayalım, artık dayanacak gücümüz kalmadı.
On yıldır iliğimizi, kemiğimizi sömürdüler, aile huzurumuzu bozdular,
Artık evli evine, köylü köyüne!
Gönderelim evlerine, babalarıyla barışsın, kaynaşsın, yeniden aile olsunlar…
Zaten bu misafirlik bıktırdı!