Sahurdan tan yeri ağarıyıncaya kadar bekledim. Etrafta kimsecikler yok. Sessizlik, sabah rüzgârı eşliğinde dans ediyor havada. Muhteşem bir koku dağılıyor etrafa. Sanki cennet bahçelerindeki çiçeklerin bir araya gelerek oluşturdukları kokuyu soluyorum.

Taa uzak diyarlardan yolunu gözlüyorum. Hasretinle yanan yüreğim; ‘gel gel’ diye inliyor. Sızlıyor kalbim ve yolunu gözlüyor. Bir haber bekliyor senin yokluğunla geçen günlerim. ‘Gel bekletme yar’ diyor. Rüzgârda raks eden hava zerrecikleri senin kokunu taşıyor bütün bozkıra. Yüzünü çiziyorum gökyüzüne ve bir buse konduruyorum o gamzeli yanağına. Yüzündeki gamzeler bir bir belli ediyor ve bir tebessüm oluşturuveriyor. Kirpiklerin değiyor gözlerime. Belki gözyaşı dökebilir gözlerim. Sensizlikle geçen ömrüme, ömür katar gözyaşlarım. Kaşların değer kalbime ve sevinçle dolan gözlerin kaşlarına sirayet eder de gül yüzünü ortaya çıkarıverir. Ellerimi uzatırım sana doğru, belki saçların ellerime dökülüverir. Mis kokulu saçlarını koklarım, hiç tadına varamadığım güzellikler içerisinde kaybolurum. Tenin değer tenime ve tüylerimi şaha kaldırır. Korkarım sana dokunmaktan, sana dokunmaya bile cesaret edemem. Rüzgârda dağılan saçların değer tenime ve bir tel elime tutunuverir. Senden bana hatıra kalan ve üzerinde senin kokun. Sonsuza kadar saklayacağım bu saç telini. Ellerin elime değiyor ve kanatıyor ellerimi. Sanki kaktüs ağacına elimi değdirmiş gibi. Sakınıyorum seni gözlerimden. Göz göze gelmemek için utangaç bir tavır takınıyorum sana karşı. Hâlbuki gözlerin gözlerime değince yer yerinden oynuyor. Dağlar, taşlar dile geliyor ve söylüyor türkümüzü tüm bozkıra ve avazı çıkana kadar bağırıyor tüm dünyaya.

Ve sen gittin, yarım kalan aşkı tamamlamak için gittin belki de. Aşk, belki de sevdiğini özgür bırakabilmektir. Yarım kalan kalbimi özlemle doldurdun. Hasretin ile yanan kalbim, küllerinden yeniden doğdu. Şimdi ben yok, biz varız. Ben ve kalbimde yanan senin aşkın...