Bir edebiyat öğretmenin bana verebileceği en iyi öğüt; ‘her insanın içerisinde bir çocuk yaşamaktadır. Kimisi bu çocuğu serbest bırakır; özgürleştirir kendini, Kimisi bu çocuğu içerisinde boğarak öldürür.’ Böyle bir söz geldi bugün gördüğüm manzara karşısında.

En başından anlatmak gerekirse; edebiyata olan ilgim, bugüne kadar hiç yoktu desem yalan olur. Edebiyatla tanışmam lise yıllarına dayanır. Lise 2. Sınıfta eski başbakan Bülent Ecevit’e benzeyen, onun gibi konuşan, onun gibi yürüyen, onun gibi giyim kuşama mensup bir insanla başladı. Sınıf arkadaşımın, önünde oturan bir kızın saçlarına dokunmasıyla başladı her şey. Edebiyat hocası, onun bu hareketi karşısında dersi bırakıp, sınıfın ortasında yerinde zıpladı: ‘HER KIZIN SAÇINA DOKUNULMAZ, SAÇLAR BİRER ÇİÇEKTİR, KIRILMAYA ELVERİŞLİDİR, ÇİÇEK DALINDA GÜZELDİR VE HER ÇİÇEK; DALINDA ÖZGÜRDÜR.’ Dersi; bir maşukun yârine yalvarması gibi, bir çocuğun masumiyeti kadar gerçek bir şekilde anlatmasını çok severdi. Nabi’den, Itri’den beyitler okur; onların aşkını bize anlatmaya çalışırdı. Bizde oluşan gençlik ateşi; ‘bu hoca ne anlatıyor’ meselesine dönerdi. Edebiyata olan düşkünlüğümün ilk adımını; hocamın bu sözleri karşısında atmış oldum. Bugün geldiğim noktada edebiyat; rüyalarıma giriyor, hayallerimi süslüyor ve geniş bir ufka doğru yol alıyor.

Baharın verdiği yorgunluk içerisinde yeşil çimenlerin etrafı aydınlattığı bir bahçeden geçerken, oyun parkında bulunan bir aile, dikkati celp edecek hareketlerde bulunarak bütün gözleri üzerlerine doğru çekmeyi başardı. Oyun parkında; çocukların bağrışları ve gülüşmeleri arasında, bir anne ve baba tahterevalliye binmeye çalıştılar. Yaşın getirdiği fazla kilolar, tahterevalliye -binmelerine ne kadar engel teşkil etse de- karı koca olarak karşılıklı bindiler. Gülüşmeler içerisinde geçen bu olay, çocuklarının bağrışlarıyla daha da güzel bir hal aldı. Bu manzara karşısında aklıma gelen ilk cümle; HER İNSAN İÇİNDE BİR ÇOCUK TAŞIR. Ne mutlu içindeki çocukları özgür bırakabilenlere.