İnsan, sürekli değişim halindedir. Duyguları, düşünceleri gün geçtikçe daha farklı bir yol alıyor. Dün ne düşündüğünüzü, ne hissettiğinizi bilemiyorsunuz. Sadece dürtü ile hareket edebiliyoruz. Bir olaya bakış açımız, beynimizin düşünce süzgecinden geçirdikten sonra istemsiz bir şekilde vücut diline yansıyor. Dilimizin ne söylediği önemli değil, bedenimiz ne söylüyor?

Bazen kelime haznemizin ne kadar büyük olduğunun pek bir önemi kalmaz. Bu esnada beden dilimiz ön plana çıkar. Aniden önümüze çıkan bir yılan karşısında ne yapacağımızı şaşırıp, öylece kala kalırız. Kaçacak mıyız, yoksa öylece yılanın gözlerinin içine bakacak mıyız? Bu durum karşısında bedenimiz bizi yönlendirip, ne yapacağımıza aklımız değil, bedenimiz karar verir.

Hayatın güzelliği veya zorlukları karşısında düşüncelerin pek bir önemi kalmıyor. Aklın ürettiği düşünceler, duyguların önüne set çekiyor. Aklınla hareket edeceğin yerde, duyguların kendisini ön planda tutarak bedenine hâkim oluveriyor. Bunun en güzel örneği; yüzümüzün ifade şeklidir. Duyguların en tesir ettiği yer; simalarımızdır. Aldığı şekil, olaya verdiğimiz tepkidir. Kızgın olduğumuz; kaşlarımızın çatık olmasından, sevindiğimiz; tebessüm ederek çok bariz bir şekilde anlaşılabiliriz.

İstediğiniz kadar konuşabilirsiniz, düşüncelerinizi dile getirebilirsiniz, duygularına kılıf uydurabilirsiniz. Ama beden dilinize hâkim olamazsınız. Sizi ele verecek olan; vücut dilinizdir. Sizin düşüncelerinizi, duygularınızı, aklınızdan geçenleri hepsini toplayıp vücudunuza enjekte eder. Yayılım çok çabuk gerçekleşir ve en önce yüzünüze yansır. Sonra yavaş yavaş ellerinize, kollarınızı ele geçirir. Buna karşı koyamazsınız. Artık beden diliniz; düşüncelerinizi ve duygularınızı esir etmiştir kendine.

Bırakın artık duygularınız düşüncelerinize karışsın. Konuştuklarınız; duygularınızın ve beden dilinizin aynası olsun. İçi dışı bir olsun. Dile döktükleriniz; vücut dilinizin aynası olsun. Yani yalan söylemeyi bırakıp, hislerimizin ne olduğu ortaya çıksın.