Taşlar, kayalar, dikenler ve çeşitli yabani bitkilerle dolu devasa büyüklükteki arazinin bir kısmı da bataklıktı…
Her türlü sürüngen ve kemirgen hayvanın yanı sıra alkolik, bağımlı, sapık ve suçlu insanlara yaşam alanı olan atıl durumdaki bu arazi bizim mahallenin sınırları içindeydi...
Bu arazinin mahallemiz için ciddi anlamda tehdit oluşturmaya başladığı 1960’lı yıllarda Ali Arslan ismindeki bir albay emekli olunca baba ocağına yani bizim mahalleye taşınmıştı.
Lügatinde yorulmak, durmak, yılmak gibi kelimeler bulunmayan albay mahalleye gelir gelmez bu arazinin kurtulabilmesi için kafa yormaya başladı.
Her sabah erkenden uyanıyor, araziye çıkarak, taşları eliyle topluyor, dikenleri, otları yoluyor, akşama kadar hiç dinlenmeden çalışıyor, avuçları parçalanmış ama gönlü huzur dolu bir şekilde akşam evine dönüyordu.
Mahalleli bu duruma kayıtsız kalmamıştı, gençler başta olmak üzere kadın, erkek, çocuk bütün mahalle albay ile birlikte çalışmaya başlamıştı.
Atılan tohumlar çiçek olmuş, fidan olmuş, ağaç olmuş, birkaç yıl içinde inanılmaz güzellikte bir bahçe ortaya çıkmıştı.
“Albayın Bahçesi” olarak ünlenen bu bahçenin namı bütün şehre yayılmıştı.
Tabi yayılmasıyla birlikte yukarı mahalleden tacizler de başlamıştı. Yukarı mahallenin birçoğu sabıkalı ve bağımlı olan gençleri bahçemizdeki ağaçların dallarını kırıyor, çimleri, çiçekleri tahrip ediliyor, ağaç köklerine asit döküyor, birer çevre düşmanı gibi davranıyorlardı.
Gururumuz olan Albayın Bahçesinin daha fazla zarar görmemesi için mahallenin gençleri olarak nöbet sistemi kurduk…
Nöbetçiler olunca bahçeye giremeyen yukarı mahallenin müptezelleri, bu sefer nöbetçilere saldırmaya başladı…
Saldırıya uğrayacağımızı bile bile albayın yaptığı nöbet çizelgesine sadık kalarak bahçeyi yalnız bırakmadık…
Müptezeller silahlı saldırıya başlayınca bizler de pusatlandık ve karşılıklı oluşturulan mevzilerde çatışmalar başladı.
O güne kadar yapılan saldırıları görmezden gelen jandarma, bizim mevzilerdeki silahların mekanizmaları çalışmaya başlayınca üzerimize gelmeye başladı…
Bir taraftan vurulan arkadaşlarımızın tedavileriyle, defin işlemleriyle ilgilenirken, diğer taraftan da gözaltına alınan arkadaşlarımızın yargılanma süreçlerinde destek olmak için adliyeyi, cezaevlerini mesken tutmuştuk…
Yıllarca devam eden çatışma ve anarşi ortamından sonra bir Eylül gecesi jandarma bahçemize el koydu. Albayın yıllarca emek verdiği o güzelim bahçeye tanklarla girdiler. Yetirmiş ağaçlar kökünden söküldü. Çeşit çeşit fidanlar, rengarenk çiçekler tank paletlerinin altında ezilmişti. Çöp kamyonları ve hafriyat kamyonları bütün yüklerini albayın bahçesine dökmeye başlamışlardı.
Bu arada albayla birlikte bizleri de tutuklamışlar ve zindanlara doldurmuşlardı. Ali Arslan Albay, dört buçuk yıl sonra tahliye olur olmaz hemen bahçeye koştu.
Yukarı mahallede haram para ile kurulan ve yapay bitkilerden oluşan emperyal bahçe bazı gençlere cazip geliyordu. Çünkü emperyal bahçede her türlü yiyecek, içecek, eğlence bedavaydı. Gençlerin kafaları karışmıştı, bazıları albayın bahçesinden ayrıldı.
Nefsimize hoş gelen emperyal bahçeye rağmen albayı ve bahçesini terk etmeyen bir avuç genç ile birlikte çöplük, bataklık ve taşlık bir araziye dönüşen bahçemizin kenarına bir kulübe kurarak çalışmalara yeniden başladık.
Aylar, yıllar içerisinde verilen emekler karşılığını buldu, albayın bahçesi yeniden güzelleşerek cazibe merkezi oldu. Albayın bahçesi eski güzel günlerine geri dönmüştü ki, bazı arkadaşlarımız bahçenin bir kısmının etrafını dikenli tellerle çevirerek, “güllü bahçe” tabelasını taktılar.
Bölünmenin zararlarını bildiğimizden dolayı biz yine albayın bahçesinde kalmıştık… Birkaç yıl sonra albay rahmetli olduğunda artık bu bahçe bizlere emanetti.
Albayın vefatına üzülen ve vicdanen rahatsızlık duyan eski arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu geri dönmüş, fidan dikiyor, çapa yapıyor, çim biçiyordu. Bu arada bahçenin yönetimini mektepli bir arkadaşımız üstlenmişti.
Mekteplinin yönetim şeklini ve bahçe düzenlemesini beğenmeyen bir kısım arkadaş üç-beş dönümün etrafını çitle çevirerek “iyi bahçe” tabelasını taktı… Ardından “zafer bahçesi”, “anahtar bahçe” derken albayın bahçesi onlarca ayrı bahçeye bölündü. Mektepli arkadaş albayın bahçesinin gönüllü gençlerine hükmedememiş, dağılmalarına engel olamamıştı.
Bahçeyi yetiştirmek, güzelleştirmek ve korumak için can atan gençler şimdi birbirine düşman olmuştu… Herkes birbirini ihanetle suçluyor, haklı ile haksız, suçlu ile masum ayırt edilemiyordu…
Ve bu ayrışmalar devam ederken, önce fidan üretimi durdu, yeterince tohum atılamadığından, sulama, ilaçlama, gübreleme vs. işlemler yapılamadığından dolayı bazı bitkiler kurudu, yer yer çoraklaşmalar başladı…
Bir taraftan yıllarca emek verdiğimiz bahçenin bugünkü haline üzülürken, diğer taraftan “şimdi senin gönlün hangi bahçede” sorusuna muhatap kalmak gerçekten zor bir durum…
Her sorana verdiğim cevabı bir kez de sütundan ilan etmekte bir sakınca görmüyorum:
Ömrümü vakfettiğim albayın bahçesi benim için tek bahçedir. Bu bahçe dururken başka bahçeden bir çiçek de koklamam, bir ağacın altında da oturmam.
Çünkü, kişiler gelip geçicidir, kimin yanlış yaptığı, kimin başka bahçeye geçtiği, kimin kiminle iş tuttuğu benim için önemli değil…
Benim için önemli olan albayın bahçesini yeşil tutmaktır ve sadece bizim mahallenin insanları değil, bütün şehir iyi bilsin ki, bir gün gidenler geri gelecek, birleşip güçlenerek bahçemizi şenlendireceğiz… En önemlisi de “yeniden fidan üretimine başlayacağız”
Kökleri bahçemizin derinliklerinde olan ulu çınarların gölgesinde yetiştirilecek fidanlar sayesinde şehrin en iyi bahçesinin “albayın bahçesi” olduğunu herkes görecek…
Albay'ın Has Bahçesi
İmam Hüseyin Savaş
Yorumlar