İşim erken bitmişti. Hava kararmış insanlar akın akın evine gitmenin telaşesi içindeydi. Yıllar önce sıkıldığım zamanlarda sıklıkla yürüyüş yaptığım yolun başlangıcı aniden önüme çıktı. Eve gitmek ile nostalji yürüyüşü arasında bocalarken ayaklarım beni geçen senelere doğru yola çıkadı. Asfalt artık yıpranmış ve çukurlarla dolu olsa da yol aynıydı. Vitrinler değişmiş, trafik akışı farklılaşmıştı. Birden yürüyüşlerime hep yemek molası verdiren dönerci dükkanı karşıma çıkıverdi. Eşimin yaptığı yemeği yememek pahasına dükkandan içeri girdim. Eskiden beni heyecanlandıran lüks bir yere geldiği imajı uyandıran tabela artık eskimiş; etrafındaki ışıklı, yaldızlı, elektronik tabelalar arasında ağır abi gibi takılıyordu. Garson buyur etti masayı gösterdi. Bense teşekkür ederek genelde yalnızların takıldığı bar taburesine benzeyen sandalyeye oturmayı tercih ettim. Hep aynı yere otururdum geldiğimde. Tezgahın karşısındaki ayna eski gıcırtısını kaybetmiş beni ne zaman değiştirirler acaba dercesine beni gösterme çalışıyordu, ama maalesef kendisine bile hayrı kalmamıştı.

Garson siparişi almaya gelirken yedi yıl önceki garson olduğunu anımsadım. Kaç yıldır buradasın dedim on yıl dedi aradan geçen bunca seneye inat saniyeler içinde. Yaşlanmışsın dedim gülümseyerek, sen de dedi. Dönerci kalfasının hafızasından unutulmamanın sevincini yaşarken gözüm tekrar aynaya ilişti. Saçlarımın beyazladığını yer yer yüzümde kırışıklıklar olduğunu farkettim. Aslında geçen yıllara inat bir gözlerim değişmemişti. Öyle ya her yer yaşlansa gözler hep aynı kalırdı. Eski ağızlara, yeni mekanlarda yeni tatların arandığı günümüzde eskiden kalma bir damak tadını tatmak güzeldi. Yemek sonrası nostalji güzergahını takip ederek yoluma devam ettim. Mağazalar farklı olsa da dükkanların mimarisi aynıydı. Bir göz oda kaç farklı mağazaya, markaya ev sahibi olmuştu kim bilir.

Şehirlerinde insanlar gibi yaşlandığını fark ettim ve unuttuğumuz bazı alışkanlıkların arada bir tekrar yapılmasının ruhumuzu doyurduğu gerçeğini...