Sabah erken saatlerde, işe gitmek için kalkıyorum. Trafik sıkışık arkamdaki araba anlamsızca ileriye gitmem için kornaya basıp duruyor. Hem ben hem de muhtemelen bu sesi duyan sokaktaki ,evlerdeki insanlar rahatsız. İkiz aynasından adamın yüzüne bakıyorum. Anlamsız bir stres yüzüne sirayet etmiş. İşe geliyorum hastalar; hasta olmalarından şikayetçi, çalışanlar işe gelmekten…Pazartesi sendromudur diye düşünüyorum. Nihayet öğle vakti, belki de soluklanacağımız bir yemek molası herkese iyi gelecek. Arkadaşlarla yemekteyiz. Birinci menü;pilav ,tava,yoğurt,tatlı. İkinci menü ise ;bezelye, pilav, yoğurt ,tatlı. Seçenek olması güzel. Yanındaki arkadaşımdan mırıldanarak bir sitem duyuyorum; bir güzel yemek yapmayı beceremediler diye .O sırada karşı masada birine takılıyor gözlerim. Şeker hastası olan bir hastane personeli; menüsünde sadece yoğurt ve su var. Fazla yiyemez; çünkü şekerini kontrol altında tutması lazım .Önce kendimin ve arkadaşımın menüsünü bakıyorum sonra onunkine. Artık kalkma vakti mesai başlıyor. Zihinsel özürlü 15 yaşlarında bir hasta getiriyorlar; beslenme maması bittiği için.Aileye katı gıdalar,en basitinden yoğurt vermeyİ öneriyorum. Sadece sıvı beslenme maması alabildiğine söylüyorlar. En azından çocuk kendi kendini besleyebildiği için mutlular.Ardından yoğun bakıma vuruyorum uzun süreli yatan bu hasta gözüme ilişiyor. Beslenme tüpü bağlı, hareketsiz ve yatağa bağımlı. Hemşirelerin beslenme mamasını tüple hastaya verdiğini görüyorum; kendi kendine beslenmeye gücü yok. Bir günde gördüklerim bir rastlantı değildi aslında hayatın her gün yaşanan bir döngüsüydü. Şükredecek ne kadar çok şeyimiz var değil mi…