Urfa’ya Türkmenlerin göçleri ve yerleşimleri aşağı yukarı 1200 yılı kapsar. Urfa’yı M 642’de Müslümanlar aldığında burada bir miktar Arap, Sabii, Ezidi, Ermeni, Süryani ve Yahudi yaşamaktaydı.
751’de Müslüman Araplarla Çinliler arasında yapılan Talas Savaşı’ndan sonra Türklerin Müslüman olmaya başladığını biliyoruz. Bu tarihlerde Müslüman olan Türklerden bazıları çocuklarını ilim öğretmek amacıyla ya Emevilerin uzun süre başkent olarak kullandıkları Şam’a ya, daha sonra kurulan Abbasilerin başkenti Bağdat’a ya kütüphaneleriyle ünlü İskenderiye’ye ya da o tarihte matematik, tıp, astronomi ve dini ilimler merkezi Harran’a gönderdiklerini biliyoruz. Urfa’ya gelip yerleşen ilk Türklerin bunlar olduğu muhakkaktır.
1071 Malazgirt Savaşı’ndan altı ay önce Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Sultan Alparslan’ın Urfa’yı uzun süre muhasara altında tuttuğu sonra muhasarayı kaldırdığı biliniyor. Muhasarayı kaldırdıktan sonra buradaki çevre köylere ordusunda bulunan bazı Türk ve Kürt nüfusun bir kısmını bırakmıştır. Bunu doğrulayan bir bilgi olarak 1087’de Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah komutanlarından Bozan Bey’i akrabaları ve aşiretiyle birlikte Urfa’ya göndererek onu Harran ve Urfa valisi olarak görevlendirmiştir ki Urfa’ya yapılan Türk göçü ve yerleşimlerinin ikincisi budur.
Urfa’ya görevli olarak gönderilen Horasan erenlerinden Şeyh Mes’ud (Maĥ-sut) bu havalinin irşat görevini üstlenmiş, bugün kendi adı verilen mahalledeki makamına M 1183’te bir kuyu kazdırmıştır. Yine M 1210’da Urfa’da vefat eden ve Urfa’daki mezarlığa adını veren Bedi’-üz Zaman, Hemedan’dan gelen bir irşat eridir. Onların bu süreçte buraya gönderilmeleri veya gelmeleri burada bir Türk veya Türkmen nüfusun olduğunu gösterir.
Urfa’ya üçüncü Türk göç dalgası Moğol istilaları nedeniyle olmuştur. Moğollardan kaçan Türk boylarının bir kısmı Urfa’ya yerleşmişlerdir. Bu dönemde Urfa’da Düger (Toķar, Toĥar, Döger) Türklerinin egemenliğini görüyoruz. Bu da bize Urfa’da önemli bir Türk nüfusunun olduğunu gösteriyor. Yine Moğol istilasından kaçan Türkmen boylarından olan Alevilerden bir kısmı Urfa’da Arap bölgesi içinde Kısas köyünde, Kürt bölgesi içinde Akziyaret civarındaki Akpınar köyünde bölgeyi Türkleştirmek için iskân edilmiştir.
15. yüzyılda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Urfa’yı almış, burayı uzun süre egemenliğinde tutma niyetiyle Hasan Paşa (Paşa) camisini ve birçok hayır eserini yaptırmış, buraya kendi uyruğundan insanları yerleştirmiştir. Osmanlı hükümdarı II. Mehmet (Fatih Sultan) Otlukbeli Savaşı’nda Uzun Hasan’ı yenip Akkoyunlu Devleti’ne son verdiğinde Doğu Anadolu’daki bazı vilayetlere Akkoyunlu devletinde devlet terbiyesini almış ehliyetli idareciler atamış, bu idareciler de bölgede hakimiyeti sağlamak için İran’dan Türk olan akrabalarını buraya getirerek buralarda iskân etmişlerdir. Urfa’ya gelen dördüncü Türk göçü bu döneme rastlar.
Urfa, 1515 – 1516’da I. Selim (Yavuz Sultan) tarafından Osmanlılara katılır. Bu dönemde 1520 - 1570 arasında Türk nüfusu Urfa’da çoğunluğu elde eder. Bu, bölgeye yapılan beşinci Türkmen göçüdür.
Urfa’ya altıncı Türkmen göçü 18. yüzyılın sonlarına rastlar. Tahminen 1780’li yıllarda Urfa’da veba salgını olur. Halk arasında anlatılanlara göre Urfa’da 17 evin kapısı açık kalır. Bu sayı abartı olsa da hastalığın Urfa nüfusunu epey erittiğinin tahmini zor değildir. Boşalan Urfa’ya bu süreçte özellikle Abaza isyanlarının çıktığı ve Türkmenlerin zor durumda kaldığı Kerkük, Musul, Dergezen gibi Irak’ın bazı kesimlerinden Türkmen nüfus tehcir veya iskân edilmiştir. Hatta halkın anlattığına göre Kerküklülerle Urfalılar arasında bir dayı - yeğen ilişkisi vardır. Ayrıca Irak’tan gelen Türkmenler Karakoyun Deresi’nin batısına yerleştirilmiş ve burada Dergezenli Mahallesi kurulmuştur.
Urfa’ya yedinci ve sekizinci Türkmen göçü 1854 Kırım Savaşı ile 1877 – 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında olur. Hem Kafkasya’dan hem de Erzurum, Kars, Karaköse civarından Türkmenler Rus zulmünden kaçarak Urfa’ya gelmişlerdir. Mesela, Şanlıurfa Şairleri I kitabının yazarı Bedri Alpay, kendi ailesinin Kafkasya’dan bu nedenle Urfa’ya göçmüş, Aktay Türkmen aşiretinden olduğunu söyler.
Urfa’ya yapılan ve son dokuzuncu Türkmen göçü I. Dünya Savaşı yıllarında, özellikle 1915 ve 1916’da Doğu’da başlayan Ermeni kalkışımlarından ve Rus işgalinden kaçan Türkmen boylarının Doğu Anadolu’dan gelen göçüdür. Erzurum, Kars, Adilcevaz, Van, Bitlis, Doğubayezit gibi merkezlerden resmi kayıt olmamakla beraber alan çalışması ve aile adları araştırmalarımızda edindiğimiz intibaya göre 8 - 10 bin kişilik bir göç kolu oluşmuştur.
Bu dokuz göç dalgasıyla Urfa’ya gelen Türk veya Türkmenlerden köylere yerleşenler zamanla Kürtleşmiş (Düger, Badıllı, Canbeyli…), şehre yerleşenler ise Türklüklerini sürdürebilmişlerdir.
Bize göre Urfa’da konuşulan Türkçe, bu haliyle bölgeye 14. yüzyılın sonuyla 15. yüzyılın sonu arasında hakim olan Türk Akkoyunlu Devleti’nin dilinden başka bir şey değildir. Akkoyunlular Urfa’ya hem hayırlı eserler kazandırmışlar hem burada görevlendirdikleri idarecilerle devlet yönetme yeteneğini kazandırmışlar hem de zengin bir kültür mirası bırakmışlardır. Hatta II. Mehmet (Fatih Sultan) bir başka vesileyle sözünü ettiğim veya edeceğim üzere bunun farkına vararak Otlukbeli Savaşı’nda yendiği Uzun Hasan’ın maiyetinde çalışan yöneticileri Doğu Anadolu’nun birçok yerinde idareci olarak kullanmıştır.
Bütün bu bilgiler Urfa’da konuşulan Türkçenin bu bölgeye zaman zaman göç eden Türkmenlerin dili olduğunu, bu dilin Maveraün Nehir’de konuşulan Türkçe olduğunu, gerek Malazgirt Savaşı ve Moğol istilası nedeniyle gelen Türkler tarafından ve gerekse Türk devleti olan Akkoyunlular tarafından Urfa’ya getirildiğini, bu dilin o zamanın şartları altında yıllar süren göç sırasında ve göç yolları üzerinde biraz değiştiğini, Pers İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Türklerle göçebe yaşam tarzı içinde iç içe yaşayan Kürtlerle yapılan kültür alışverişinden, Urfa’ya ulaşan göç kafilelerinin burada yoğun olarak yaşayan Arapların söz dağarcığından ve ses yapısından etkilendiğini, bu bölgenin kadim halklarından olan Süryani, Ermeni, Yahudi halklarının yerel yaşamdan kaynaklanan, yerel motiflerle süslü obje adlandırmalarını Türkmen söz dağarcığına kattığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Urfa’da konuşulan Türkçe’nin dış etkilere açık olduğunu, halkın kulağına, hançeresine uygun olan sözcükleri bazen değiştirmeden, bazen değiştirerek, bazen de kısaltarak çekinmeden kullandığını görüyoruz. Urfa Türkçesinde kesin olarak Türkçe olup bugün Türkçe sözlüklerde yer almayan kelimelerin yanında; Arapça, Farsça, Kürtçe, Süryanice, Ermenice sözcüklerin yanı sıra Batı kökenli sözcükler de kendi hançeresine uygun hale getirilerek kullanıldıklarına şahit oluyoruz.
Deneme kabilinden de olsa bu konuda yapılacak çalışmalara bir rehberlik olsun diye Urfa’da konuşulan Türkçedeki sözünü ettiğimiz kelimelere birkaç örnek vermekle yetinelim.

Halil-Ür Rahman Ve Aynzeliha Gölü  Efsânesi Halil-Ür Rahman Ve Aynzeliha Gölü Efsânesi

Kaynak. Mehmet Adil Saraç -Tanıklarıyla Urfaca Urfalıca

Kaynak: HABER MERKEZİ