Bir süredir iyice ayuka çıkan ve her kesim tarafından dile getirilen bir mesele var. İster güneydoğu, ister başka isimler takın adı hiç önemli değil, önemli olan meselenin nasıl ortaya çıktığı ve nasıl bir zemin içinde gelişme sağladığıdır.Meselenin temeli her ne kadar 1980’li yıllar görünse de aslında bu kalkınmayla gelen, teknoloji, yazılı ve görsel medyanın yaygınlaşmasıyla duyulur hale gelmiştir. Mesele bir kereden ortaya çıkmadı sessiz çığlıklar yılların birikimiyle duyulur hale geldi. Bu meseleyi irdelemek için Osmanlı’ya kısaca bir göz atmak lazım. Osmanlı döneminde yurdun her yerine aynı önem verilmekte, atanan yöneticilerin tarafsız, devlet terbiyesinde yetişmiş olmasına bilhassa dikkat edilmekteydi. Osmanlı’da en önemli meselelerden biri de dini inanç ve özgürlüklerdi. Bu sebeple Osmanlı Padişahları ve atadığı kişiler kimi zaman tedbiri kıyafetle halk arasında dolaşır, halkın sorunlarını öğrenir ve ona göre tedbir alırlardı. Osmanlı padişahlarının yetiştirilmesinde özellikle din ön planda tutulurdu. Bu şekilde Allah korkusu kalplerine işlenir ve halkın adilane yönetimi sağlanırdı. Bütün padişahlar mutlaka ilim dersleri görürken, dini dersler konusunda da eğitilirlerdi. Bu yüzden Osmanlı insan odaklı çalışmanın huzur ve güveniyle uzun zaman varlığını sürdürdü. Osman beyle başlayan imparatorluğun gelişmesi ve yükselmesi bu sayede olmuştur. Bu neslin devamında Yavuz Sultan Selim’ler, Fatih Sultan Mehmed’ler yetişmiştir.  Padişahlar kendilerini halkın efendisi gibi değil hizmetkârı gibi görür ve işlerini bu şekilde yürütürlerdi. Osmanlının yıkılışı da halktan uzak kalmasında ve saraylarda zevk ve sefa içinde hayat sürmelerinin bir ürünüdür.    Osmanlının yıkılmasından sonra yurdu düşmanlardan temizlemekte Atatürk ve silah arkadaşlarının nasıl mücadele ettiğini bilmeyenimiz yoktur.  Atatürk özellikle Anadolu’ya önem verirdi. O zamanlar tarımdan başka geçim kaynağı olmayan ülkenin başka çıkar yolu da yoktu.  Atatürk’ün vefatından sonra iç Anadolu Ankara’ya yakın olduğundan fazla bir şey kaybetmedi ama güneydoğunun kaderi öyle olmadı, unutuldu ve kaderine terk edildi. Yurdun batısına yatırım yapılırken güneydoğu ve doğu kara toprakla yüzleşti. Her geçen gün daha da geriye gitti ve zaman içinde doğunun kendi kuralları oluştu.  Kendi öz kültüründen uzaklaşan ve dini istismar eden kişiler tarafından oluşan bu kurallara bağlı olarak yapı tamamen değişti. Bugün yaşanan o günlerden bize miras kalanlardır. Kendi öz evlatlarımıza sahip çıkamamanın verdiği acı bugün karşımıza güneydoğu meselesi olarak çıkmaktadır. Bir kez daha insana yatırım yapmamanın, insan odaklı çalışmamanın suçluluğunu duyuyoruz. İnsanlara toprak verdik, para verdik ama eğitim veremedik.  Babalar ekmek parası peşinde koşarken, analar kuluçka makinesi gibi kullanıldı. Çoğalan nüfus karşısında, karınları zor doyan çocuklara eğitim vermek kimin umurunda. Çocuk eğitimini ailesinden ve çevresinden alır. Çocuğa ilgi göstermezseniz ilgi gösterecek olanların safında yer alır. Okullarımızda öğretim var ama ne yazık ki eğitim yok. Öğretiminde, öğretmen yokluğunda ve kırk elli kişilik sınıflarda ne derece etkili olduğu da tartışılır.  Şunu unutmamak lazım ki dinine bağlı iyi eğitim almış hiç kimse adam öldüremez ve canına kıyamaz.  Gerekli eğitim verilmiş olsaydı ne Mardin’de 44 kişi ölürdü ne bombayı üstüne takıp kimse pimini çekebilirdi nede namludan bir tek mermi çıkardı cana kıymak için… Batı Osmanlının hayat felsefesini uygularken, Türk batılılaşmak için her şeyi yaptı  Bizler yozlaşırken batı emellerine ulaştı. Yeniden görüşmek dileğiyle…