Kur'an-ı Kerime Yaklaşımlar

Yaklaşık 20 yıl önce elime İmam Hatip Lisesi kitapları geçmişti. Dinler tarihi, siyer, hadis vs. sayfa sayısı az olduğu için bir iki gün içerisinde bitirmiştim. Ayrıca Anadolu Üniversitesi İlahiyat Ön Lisans bölümü mezunuyum. Gerek imam hatip kitapları gerekse de ilahiyat kitapları olsun okuduğum zaman şunu fark ettim. Bu kitaplarda ağırlıklı olarak din, felsefi boyutu ile ele alınmış olup sadece bu kitaplarla yetinen bir kişi ancak din felsefecisi olur. Nitekim günümüzde bazı ilahiyatçılardan bu minvalde sesler yükselmesi bundandır.

Bizler Türkiye’de yaşıyoruz. Vatanımız burası. Yüzde doksan dokuzu halkı Müslüman olan bir ülke. Elhamdülillah! Ancak sorsanız daha Kelime-i Şahadet ya da Kelime-i Tevhid getirmesini bilmeyenler bile vardır. Namaz kılanların sayısı bu oran içinde çok az bir yekun tutmaktadır. Hakeza oruç ve diğer ibadetlerde de buna benzer durumlar söz konusudur. Kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’i Arapçadan okuyanların sayısı da ne yazık ki bu doğrultudadır.

Tabi ki son 100 yıl içerisinde Müslüman halk İslami değerlerinden ve özellikle İslami İlimlerden uzak kaldı. Kendi dinimizi, kitabımızı, peygamberimizi aleyhisselam tam manasıyla bilmiyor ve tanımıyoruz. Kitap okumak, araştırma yapmak, İslami İlimlere hâkim kişilerden eğitim almak ne yazık ki çok dar bir kapsamdaki Müslümanlar için söz konusu. Bu nedenle gerek İslami gerekse de gayri İslami çok farklı anlayıştaki insanlar türemiştir ülkemizde.

Son 30 yıldır özellikle İslami değerlere yönelik gerek bilinçli gerek bilinçsiz hunharca bir saldırının olduğunu görüyoruz. Genel itibari ile de geçmişten günümüze benzer konular pişirilip pişirilip özellikle Müslümanların önüne servis edilmektedir. Ancak bu sistem içerisinde yetişmiş ben Müslüman’ım diyen bir kimseden İmam Azam gibi bir performans beklenmektedir. Ancak bu ne yazık ki şuan için mümkün değildir.

Müslümanlar kendi dinlerinin, kimliklerinin ve değerlerinin farkında olmadan bugünkü jargonla batılı tarzda bir yaşam sürdürmektedir. Bu yaşam tarzı da neredeyse tamamıyla İslam’a zıt, sadece nefsanî arzuların tatminine yönelik bir yaşam tarzıdır. Ve sadece ben Müslüman’ım demelerine bakılarak bu kişiler üzerinden İslam değerlendirilmektedir ki bu çok yanlış bir yaklaşımdır. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu kişiler sadece dinlerinin İslam olduğunu ve Müslüman olduğunu biliyor bunun dışında İslami literatüre uzak, İslami yaşantıya, eğitime uzak bir yaşantı içindedir. Ve bu durumda suçlanması gereken İslam değil sistemdir.

Bakıyorsunuz sırf yakıştığı için başını farklı bir şekilde örtmesine rağmen normalde İslami tesettür anlayışına tamamıyla zıt ve İslam’ın kabul etmeyeceği böylesi bir giyinim türüne sahip olan bir kimsenin yapmış olduğu bir yanlış İslam’a ve tesettürlü tüm kadınlara mal edilmektedir ki bu bilinçli yapılan bir propaganda değilse en hafif tabiri ile cahilliktir.

Her eğitim sisteminde olduğu gibi İslam’ın da kendi nevi şahsına münhasır bir eğitim sistemi vardır. Her insan tüm ilimlere sahip olamayacağı gibi her Müslüman da tüm ilimlere sahip değildir. Nasıl ki bir dalda kendini yetiştiren bir profesör olduğu gibi İslami ilim literatürü içerisinde de örneğin fıkıh, tefsir, hadis ve benzeri alanlardan sadece biri üzerinde akademik kariyer yapan Müslümanlar da vardır. Biz böylesi kimseler için de Âlim deriz. Yani Fıkıh konusunda ekol olan bir kimse tefsir konusunda bu başarıyı sağlamayabilir. Ancak günümüzde ne yazık ki herhangi bir Müslüman’dan İslami İlim Literatürünün tamamında ekol sahibi bir kimse gibi karşılık beklenmektedir. Bu imkânsız değil ama şuan için mümkün değildir.

Peygamber Efendimiz aleyhisselam kedisine getirilen sorunların bir kısmını o konuda yetenekli gördüğü bazı sahabelere yönlendirmiştir. Örneğin fetva vermelerine izin verdiği gençler arasında Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mesud, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel gibi isimler bulunuyordu. Hz. Peygamber, o tarihte yirmi altı veya yirmi yedi yaşlarında olan Muaz b. Cebel hakkında; “Ümmetim içinde helal ve haramı en iyi bilen Muaz'dır.” buyurmuştur.

Bilmiyorum! Evet, bilmiyorum demek gerçekten nefse ağır gelen bir sözdür ama İslam’da böyle bir şey söz konusu değildir. Bilmiyorsa bir kimse rahatlıkla bilmiyorum der ve demelidir de. Çünkü bilmediği halde kendi mantığı çerçevesinde özellikle İslami soruları cevaplamaya çalışan büyük bir sorumluluk almış olur.

Evet, sistemden bahsettik. Şuanda İslami Eğitim Sistem Modeline göre bir eğitimimiz yok maalesef. Sekülarist bir eğitim ve yaşam sistemi içerisinde yaşıyoruz. Ve bu durum her alanda bizleri etkilemektedir. Bu vaka sadece ülkemizde değil birçok ülkede benzer durumdadır.

Müslüman son tahlilde insandır. İnsan olması hasebiyle hata işlemekten, günah işlemekten, yanlış yapmaktan beri değildir. Ancak bugün buradan hareketle bir hata, yanlış veya günah durumunda bir Müslüman’ın yaptığı eylem nedeni ile İslam suçlanabilmektedir. İslam’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim suçlanabilmektedir. Peygamberi aleyhisselam suçlanabilmektedir. Ancak burada suçlanması gereken yukarıdan beri anlatmaya çalışmış olduğum üzere sekülarist sistemdir. İslam değil! Ya da Kur’an değil! Ve ya Peygamberi aleyhisselam değil!

İslami Eğitim Sistem Modeli ile Müslümanlar kendi ilim dallarını öğrenemediği için Ehli Sünnet dediğimiz İslam’ın ana gövdesini oluşturan kesimden farklı anlayışta bidat dediğimiz anlayışlar çıkabilmektedir. Örneğin akılcılık ve mantığı baz alanlar, sadece Kur’an-ı Kerimi o da meali ile baz alanlar, yine Kur’an-ı Kerimi zahiri yani açık anlamı ile baz alanlar vardır. Bunlar sadece bir kaçıdır.

Almanya gibi bazı batılı ülkelerde belli sayıda talep geldiği zaman kendi dinlerini öğrenmek için o din mensuplarına özel ayrı eğitim kürsüleri açılabilmektedir. Almanya’da yaklaşık 20 Müslüman öğrenci bu minvalde üniversitede İslam Kürsüsü açılması için talepte bulunuyor üniversite bunu kabul ediyor. Hadis usulü üzerine eğitim vermek üzere Türkiye’den emekli bir Hadis Profesörü çağırılıyor. O profesör hadislerle ilgili bilgiler verdikten sonra öğrencilere dönerek gençler ben yıllardır bu alanın içindeyim. Hadisler deniz gibi dibi olmayan bir alan. Ben size bu konuda çok kısa ve basit bir metot söyleyeyim bunu uygularsanız hangi hadis sahih hangisi değil hemen anlarsınız. Bu metot ise eğer bir hadis akla ve mantığa uyuyorsa o hadis sahihtir. Akla ve mantığa uymuyor ise o hadis uydurmadır. Mesele kısaca bu!

Gençlerden biri aynı üniversitede eğitim görevlisi olan dayısına bu durumu bildirince dayısı gence yarın tekrar derse girdiğinde hocana de ki siz akıl ve mantık çerçeveli bir değerlendirme ölçüsü getirdiniz. Ancak biz Kur’an-ı Kerim’de de aklımıza ve mantığımıza uymayan ayetler görüyoruz diye sor. Sana örnek ver dediğinde şu üç örneği ver bakalım ne cevap verecek. 1- Hz. İbrahim’i ateş yakmamış. 2- Ashabı Kehf 309 yıl uyumuş sonra uyanmış. 3- Hz İsa babasız dünyaya gelmiş.

Genç, dayısının dediği gibi hadis profesörüne bunları sorunca o profesör hiç Kur’an’da akla ve mantığa uymayan bir ayet olur mu? Sen bilmiyorsun. Hz İbrahim’i ateş yakmaması meselesi o dönemde her yerde putperestlik ateşi vardı ama Hz İbrahim bu ateşte putperestliğe bulaşmamış ve bu ateş onu yakmamıştır. Ashabı Kehfin uykusu ise Hz İsa’nın dini hakikisi 309 yıldır uykuda idi bu gençler aslını getirerek uyuyan dinin aslını uyandırmışlardır. Hz İsa’nın babasız doğması ise bunun da cevabı var ama şimdilik kalsın demiş. Dışarı çıkınca genç yakasını bırakmıyor bunu da cevaplayın diye ısrar edince o profesör hiçbir insan babasız doğar mı? Belli ki Meryem’in başına bir yerde bir şey gelmiş diyerek sadece akıl ve mantık ile İslam’ı anlamaya çalışmanın geleceği noktayı bizlere göstermiştir. Dünyanın en iffetli kadınına iftira atmak!

İslam’daki birçok konu gaybidir. Yani aklın ve mantığın üzerinde konulardır. Cennet, cehennem, sırat, mizan, kevser havuzu, melekler, kürsi, arş vs. bunlar aklın ve mantığın alamayacağı konulardır. Zaten biz bu gaybi şeylere iman ettiğimiz için bize Mü’min denmektedir. İmanı imansızlıktan ayıran keskin nokta işte tam da burası.

Özellikle tek kaynağımız var o da Kur’an-ı Kerimdir. Bunun dışında hiçbir şeyi kabul etmeyen gruplar da mevcuttur. Örneğin Hindistan’da Kuraniyyun diye batıl bir mezhep var. Bunlar sadece Kur’an ayetlerini baz almaktadır. Bu nedenle namaz ayetlerinde geçen salat kelimesinin dua manasına geldiğini, onun da günde 3 vakit olduğunu iddia etmektedirler. Kıbleye dönüp birkaç dua ayeti okumanız bu şekilde namazı ikame etmiş olursunuz diyorlar.

Kur’an-ı Kerimdeki ayetleri zahiri yani açık manası ile anlamak gerek diyen grup için şu olay ibretamizdir. Ürdün’de bu manada yapılan bir tartışma programına Suriye’den Ramazan El Buti, Suudi Arabistan’dan da Suud Müftüsü katılıyor. İlginçtir ki neredeyse göreve gelen tüm Suud Müftüleri iki gözü kör olan kişilerdir. Suud Müftüsü Kur’an’daki ayetleri ne yazıyor ise o şekilde yani açık manası ile anlamak gerekir. Örneğin “Yedullah” yani “Allah’ın Eli” veya “Vechullah” yani “Allah’ın Yüzü” bunları olduğu gibi anlamamız gerekir. Yani Allah’ın eli ve yüzü vardır. Tabi Ramazan El Buti sakin bir şekilde bunu cevaplamaya çalışıyor bunun mecaz olduğu bu şekilde teşbih olacağından bunun şirk olacağını söylemesine rağmen Suud Müftüsü kesinlikle anlayışından vazgeçmiyor inatla davasını savunuyor. Ramazan El Buti karşı tarafın anlayışından vazgeçmediğini görünce yani siz Kur’an-ı Kerimdeki ayetleri olduğu gibi anlamamız mı gerek diyorsunuz. Evet deyince. Ramazan El Buti, Efendim İsra Suresi 72. Ayetinde Kim bunda (dünyada) kör ise, o, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır.' buyrulmaktadır. Sizin mantığınızla hareket ettiğimizde bu ayetin zahirine göre siz dünyada kör olduğunuz için ahirette de kör olacaksınız ve yol bakımından da delalette olduğunuz için cehennemliksiniz deyince Suud Müftüsü susuyor ve herhangi bir cevap veremiyor.

Gerçi zahiri manada aldıkları zaman çok daha vahim sonuçlar da ortaya çıkmaktadır. Örneğin Yedullah ve Vechullah bunları hâşâ Allah’ın eli ve yüzü manasında ele aldığımızı düşündüğümüzde Kasas Suresi 88. Ayet-i Celilesinde; O'nun yüzü dışında her şey helâk olacaktır buyrulmaktadır. Zahiren olaya yaklaşılır ise bu ayete göre Allah’ın yüzü dışında hâşâ eli ve diğer organları da yok olacaktır. Ancak bu teşbih yani mahlûklara benzetme olacaktır ki şirktir. Burada Arap dili, belagatı, Tefsir Usulü vs. ilimleri bilmek gerekir. Bunlar bilinmeyip ayetler olduğu gibi alındığında böyle cinayetler işlenebilmektedir.

Kalp ya da göz ameliyatı ile ilgili 5 bin kitap okuduğunuzu düşünün. Ve her bir kitap da bin sayfa olsun. Bunları da 2 yıl içerisinde bitirdiniz. Soru şu? Sadece bu kitapları okudunuz ve önünüze hasta getirdiler. Kalp ya da göz ameliyatı yapabilir misiniz? Bu mümkün değildir. Hastayı öldürürsünüz. Ancak bir hocadan yani tecrübeli bir hekimden bu işin teorisini ve pratiğini öğrendiğinizde 10 sayfalık bir not ile dahi kalp ve göz ameliyatı yapmanız mümkün olacaktır. 

İslami konular ise çok daha hayati önemi haizdir. Kur’an-ı Kerimden ya da Hadis-i Şeriflerden direkt beslenerek İslam’ı anlamaya çalışanın hali, elektriği ilk kaynağı olan elektrik santralinden almaya benzer. İlk çıkış kaynağında binlerce volt elektrik olduğundan tüm aletler yanacaktır. Benzer şekilde sadece Kur’an’dan veya Hadis-i Şeriflerden beslenmeye çalışan bir kişi hem kendini hem de kendine uyanları yakacaktır. Kuran-ı Kerim; Hadis-i Şerifler olmadan, Peygamber Efendimiz aleyhisselamın hayatı bilinmeden, Ashab-ı Kiramın, Tabiunun, Etba-ı Tabiunun, Müctehid İmamların hayatı bilinmeden, Tarih, Arapça Dil Bilimi, sayısal ilimler, coğrafya, astronomi vs. benzeri ilimler bilinmeden anlaşılmaya çalışılması cinayettir.

Yalnız Kur’an-ı Kerimden beslenmek isteyen biri namaz gibi, oruç gibi, zekât gibi temel ibadetlerin dahi detayını Kur’an’da bulamayacaktır. Biz bu ibadetlerin detayını Hadis-i Şeriflerden öğreniyoruz. Ashab-ı Kiramın uygulamalarından öğreniyoruz.

Bu böyledir zaten bu durum direkt Kur’an’ın emridir. Haşır Suresi 7. Ayet-i Celilesinde; Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır. buyrularak bu durum bize bildirilmiştir.

Yine Ahzab Suresi 36. Ayet-i Kerimesinde; Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.emri de bu minvaldedir. 

Nisa Suresi 80. Ayet-i Kerimesinde;Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bilsin ki), Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.buyrularak Kur’an-ı Kerim bizleri Peygamber Efendimiz aleyhisselama yani onun Hadis-i Şeriflerine yönlendirmektedir.

Peygamber Efendimiz aleyhisselamın tebliğ vazifesi dışında beyan vazifesi de vardır. Beyan ise verilen emri göstererek yani karşı tarafın tam anlayacağı şekilde anlatılması görevidir. Yani bildirilen emirler için teori dersek beyan da onun pratiği manasındadır.  

Hatalar ve günahlar bize aittir. Mükemmel ve eksiksiz olan İslam’dır. Allah’a emanet olun. Vallahu âlem velhamdulillahi rabbilalemin.