Kur'an-ı Kerim Kendisinden Başka Kaynak Kabul Etmez Mi? Son

Hz. Ali Radiyallahu Anh, Haricîler'le münakaşa ve münazara etmesi için Abdullah b. Abbas Radiyallahu Anh'ı görevlendirir ve ona şöyle der:

- “Onlarla tartışırken Kur'an'dan değil Sünnetten delil getir.”

İbn Abbas Radiyallahu Anh der ki:

- “Ey Mü'minlerin Emiri! Biz, Peygamber Aleyhisselam'ın akrabalarıyız, amca çocuklarıyız. Kur'an bizim evlerimizde nazil oldu. Dolayısıyla hangi ayetin hangi olay hakkında nazil olduğunu ve hangi ayetin ne anlattığını iyi biliriz.”

Hz. Ali'nin Radiyallahu Anh cevabı çok ilginçtir. Der ki:

- “Evet, doğru söylüyorsun; biz bunları herkesten daha iyi biliriz. Ama tartışmayı sadece Kur'an ile sınırlı tutarsan, bir netice alamazsın. Çünkü Kur'an “zûvücûh”tur.” Yani Kur'an ayetleri pek çok manaya ihtimallidir. Yahut Kur'an'dan, onların da kendi görüşlerine delil olarak getirebilecekleri ayetler bulmaları kolaydır. Onun için Kur'an'ın beyanı olan ve murad-ı ilahîyi yakalamanın vazgeçilmez unsuru olan Sünnet'i delil getir.”

   

Şimdi dikkat edin; çoğu zaman zikrettiğimiz bütün o bid'at fırkaların her biri, görüşlerinde Kur'an ayetlerine dayanıyor. Yani Hz. Ali Radiyallahu Anh çok önemli bir noktanın altını çiziyor.

Hemen burada çok küçük bir örnek vereyim: Mesela İslam Tarihi'nde, Cebriyye diye bir fırka var. Yukarıda sözünü ettiğimiz Mu'tezile'nin tam karşısında yer alan bir fırka. Cebriyye diyor ki: “İnsanın elinde hiçbir şey yoktur. İnsanın iradesi diye bir şey söz konusu değildir. İnsan, Allah Teala'nın kendisi için ezelde takdir ettiği şeyleri yapmaya mecburdur.”

Bunu ileri sürerken de birtakım Kur'an ayetlerini delil getiriyor. Mesela diyor ki: Kur'an'da, “Savaşta onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları. “(Ok) attığın zaman da sen atmadın, Allah attı onu” buyurulmaktadır. Demek ki, kulların fiili olarak Kur'an'da zikredilen hususların hepsi mecazen kullara isnat edilmiştir. Savaşta atılan oklar dahi insan tarafından atılmamıştır. Onları atan Allah Teala'dır. Allah Teala öyle dilediği için kul o oku atmaya mecburdur.”

Oysa Kur'an'da bu bakış açısını çürüten onlarca ayet vardır. Burada bunların ayrıntısına girmemiz mümkün değil. Konuya dönecek olursak, ilk bakışta birbirine zıt gibi görünen Kur'an ayetlerinin mevcudiyeti bir vakıadır. İşte burada ortak bir metodolojide buluşabilmemiz için, Kur'an tarafından kendisine Kur'an ayetlerini beyan etme, açıklama vazifesi verilmiş olan Hz. Peygamber Aleyhisselamın Sünneti'ni, Kur'an'ın doğru biçimde anlaşılabilmesi için mutlak surette bir merci olarak kabul etmek zorundayız. (Prof. Dr. Ebubekir SİFİL)

Buraya kadar verilen bilgilerden sonra kısaca şunları söylemek mümkündür. Kur'an-ı Kerim'in kendisinden başka bir kaynak kabul etmediği Kur'an'ın kendisine aykırı olduğu açıkça görülmektedir. Kur'an-ı Kerim'i okuduğumuz zaman Kur'an bizleri öncelikle Peygamber Efendimiz Aleyhisselam'a yani O’nun Sünnetine yönlendirmektedir.

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde; “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere ve Sizden olan yöneticilere itaat edin. Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah'a ve Peygamber'e götürün.” (Nisa, 59) Ayet-i Kerimede Allah’a, Peygambere ve Ulul Emre itaat etmemiz ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğümüzde bunu Allah’a ve Peygamberine götürmemiz emredilmektedir. Allah’a itaat ve herhangi bir konuyu Allah’a götürmek ancak Kur’an’a itaat ve Kur’an’a arz etmekle olur. Peygamber Efendimiz Aleyhisselam vefat etmiş aramızda değil. O zaman Peygamber Efendimiz Aleyhisselama nasıl itaat edip ve herhangi bir konuda anlaşamadığımızda bu konuyu O’na (as) arz edeceğiz? Tabi ki O’nun (as) Sünnetine uyarak ve O’nun (as) Sünnetine arz ederek. Bu Ayet-i Kerimede şu inceliği de görüyoruz. Demek ki herhangi bir konuyu önce Allah’a yani Kur’an’a arz ediyoruz. Eğer Kur’an’da bulamazsak bu durumda Peygamberine yani Sünnete arz ediyoruz. Ve böyle yapmamız da emredilmektedir.

Bir de Ulul Emr var! Yöneticileri kapsadığı gibi üzerimizde söz sahibi olan bu vasıftaki tüm Müminleri kapsar. Ulul Emr için Alimlerimizdir şeklinde anlayan müfessirlerimiz de olmuştur. Yani Ulul Emr bir emir verdiğinde itaat etmemiz gerekir. Örneğin sen şu tepeye git gözcülük yap şeklinde bir talimat verdi. Kişi ulul emre dönüp bu emir Kur’an’da yok ben sana itaat etmem diyemez. İtaat etmeyeceği şeyler Allah’ın rızasına uygun olmayan işlerdir.

Zamanında bir adam, İmam-ı Azam’a gelmiş ve Kur’an’da her şey var mı diye sormuş. İmam-ı Azam da var demiş. Adam sormuş. “Bir çuval undan kaç ekmek çıkar, bu da yazıyor mu?” İmam-ı Azam da yazıyor demiş. Adam şaşırmış. Kaç ekmek çıkar diye sormuş? İmam-ı Azam da yarın gel diye cevap vermiş... Ertesi gün adam tekrar gelmiş. “Efendim kaç ekmek çıkıyormuş?” İmam-ı Azam demiş ki “40 ekmek çıkar” Adam da normal olarak “Kur’an’ın neresinde yazıyor?” diye sormuş. İmam-ı Azam da Nahl 43. ayetini göstermiş. “Bilmediklerinizi bilenlere sorun” ben de bilmiyordum gittim bir fırıncıya sordum...

   

Mekke müşrikleri “Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?” diyerek (İsrâ 17/94) kendileri gibi bir insanın peygamber olarak gönderilmesini kabul edilebilir bulmuyor, olsa olsa bir melek gönderilmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Halbuki Allah Teâlâ sadece Hz. Muhammed’i peygamber olarak seçmemişti; daha önce de yalnızca insanlardan peygamber seçmiş ve görevlendirmişti (bk. Yûsuf 12/109). Âyette “Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun” buyurulmak suretiyle müşriklerin doğru inanç konusundaki samimiyetsizliğine işaret edilmiştir. Çünkü onların, önceki devirlerde de insanlar arasından peygamberler gönderilip gönderilmediğini, “bilgi sahibi olanlara” sorup öğrenme imkânları varken, bunu yapmadan Hz. Muhammed’in peygamberliğini peşinen inkâr etmişlerdir. Tefsirlerde çoğunlukla buradaki “bilgi sahibi olanlar”la ehl-i kitap âlimlerinin kastedildiği belirtilir.

Gerçi bu sûrenin indirildiği Mekke’de kayda değer bir ehl-i kitap topluluğu yoktu; ancak Mekkeliler’in ticaretle meşgul oldukları ve bu münasebetle ehl-i kitap âlimlerinden bilgi almalarının mümkün olduğu bilinmektedir. Ayrıca özellikle böyle konularda bilgilerine başvurmak üzere ehl-i kitap mensuplarının yaşadığı bölgelere gitme imkânları da vardı. Nitekim Kehf sûresinin nüzûl sebebiyle ilgili rivayetlerde anlatıldığına göre, Müslümanların sayısının çoğalması üzerine müşrikler, Hz. Muhammed’in peygamber olup olmadığı hususunda kendilerini aydınlatacak bilgiler almaları için, Nadr b. Hâris ile Utbe b. Muayt’ı Medine’deki yahudi âlimlerine göndermişlerdi (fazla bilgi için bk. İbn Âşûr, XV, 242-244).

Buradaki “bilgi sahibi olanlar”la Mekke müşrikleri arasındaki kültürlü kişiler de kastedilmiş olabilir. Çünkü onların arasında başta Hz. Nûh ve Hz. İbrâhim olmak üzere geçmiş peygamberler hakkında mâlûmat sahibi olanlar vardı. Âyetten alınması gereken en önemli ders, başta dinî meseleler olmak üzere bir konuda yeterli bilgiye sahip olmayanların o hususta ehil olanlara, yani konunun uzmanlarına sormaları gerektiği; bir konuda doğru ve yeterli bilgi edinmeden görüş ileri sürmenin veya iş yapmanın yanlış olduğudur. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 400-401)

Evet, Nahl, 43. Ayeti Kerimesi görüleceği üzere Peygamber Efendimiz Aleyhisselamın bir beşer olduğu yönündeki itirazlara karşı Mekkeli müşrikleri zikir ehli denilen daha önceki kitaplar yani Yahudilik ve Hristiyanlıktaki Tevrat ve Zebur ve İncilin inmiş olduğu ve bunlara hakim olan kişilere yönlendirmektedir. Yine ayetten dolaylı olarak Kur’an’da olmayan ve hakkında bilgi sahibi olmadığımız konularda bir bilene gitmemiz gerektiği anlaşılmaktadır.

Yine önceki ümmetlerin başına gelenleri araştırmamız için gezip dolaşmamız tavsiye edilmektedir ki bu da bizi dolaylı olarak tarihe, antropolojiye, arkeolojiye ve buna benzer bilimlere yönlendirmektedir. (Bkz. Ali İmran, 137-En’âm, 11-Ankebut, 20-Rum, 9-Fatır, 44-Muhammed, 10)

   

Kur'an bize yine özellikle karı koca arasında bir tartışma çıktığında kadının ailesinden bir kişi kocanın ailesinden de bir kişinin hakem tayin edilerek karar verilmesini emretmektedir. Ancak Kur'an-ı Kerim kendisini bizzat hakem kabul edip yaşanan sorunu çözmeyi de bize vaat edebilirdi ama burada ne yapıyor, kadının tarafından bir kişiyi, erkeğin tarafından da bir hakem tayin edilmesini ve bu şekilde çözüm bulunmasını emretmektedir. (Ahzab, 36)

   

Biz sadece Kur'an-ı Kerim'e göre hareket ederiz diyen insanlara baktığımız zaman onların da aslında buna tam manasıyla uymadıklarını görürüz. Genel itibarıyla kendi mantalitelerine uygun bir meali seçip bu meal üzerinden hareket etmektedirler ki zaten bu da o meali yazan kişiye uymak demektir.

Bunu iddia edenlerin çoğu Kur'an-ı Kerim'e hâkim olmayıp aynı zaman da Arapça da bilmeyen kişilerdir.

Kaynak olarak yalnızca Kur'an-ı Kerim bize yeter. Sünnet, mezheb vs. sonradan uydurulmuş şeylerdir diyenlere baktığımızda, başta kendileri buna riayet etmeyip saatlerce bir ayet üzerinde yorumlar yapıp o ayeti bize açıklamaya çalışmaktadırlar. Kendilerine caiz gördükleri bu durumu Sünnet ve Mezhepler için caiz görmemeleri de ilginç bir çelişkidir.

Bizler Kur'an-ı Kerim'in mealini okuduğumuz gibi tefsirini de okuyoruz. Kur’an’ın asıl beyan edicisi olan Peygamber Efendimiz Aleyhisselamın Sünnetini de okuyoruz ve bu şekilde Kur’an- Kerimi tam manasıyla anlıyoruz. Ancak onlar bize ne diyor, hayır Sünneti bırakın Sahabeyi bırakın, sonraki nesilleri bırakın bizim söylediklerimize uyun diyorlar. Peki, neden size uyalım? Sizler, Türkiye'de laik ve seküler bir sistemde eğitim görmüş, İslamî Eğitim Sistemine göre eğitim görmemiş insanlarsınız. Şimdi bizler İslam Şeriatı ile yönetilen, İslamî Eğitim Sistemi ile yetişmiş, Arapçaya, tarihe, siyere, tefsire, fıkha, hadise, kelama, akaide, matematiğe, coğrafyaya vs. bütün ilimlere hâkim, bu konuda icazetli âlimleri bırakacağız ve size mi uyacağız?! Bu akıllıca da değil mantıklı bir karar da olmaz.

Lâ teşbih ve lâ temsil; Kur’an-ı Kerim’i kaynak olarak elektrik üretiminin merkezi olan barajlara benzetecek olursak bu kaynaktan direkt elektrik almak isteyenlerin durumu, milyarlarca volt elektriği bir anda almak isteyen kişilerin durumuna benzer. Bu kadar yüksek enerjili bir elektrik her şeyi yakar. Bu elektriğin önce santrallere gönderilmesi, oradan elektrik dağıtım merkezlerine iletilmesi ve oradan da evlerimizdeki saatlere iletilerek kullanılabilecek seviyedeki voltajlara düşürülmesi gerekir. Elektrikten ancak bu şekilde istifade edebiliriz. Aksi halde evdeki tüm elektrikli araçları bozar ya da yakarız. Hatta evin yanmasına ve insanların zarar görmesine dahi neden olabiliriz. Sünnet, İcma, Kıyas, İctihad, Fetva vs. ana kaynak elektriğin yani Kur’an’ın evlerimizde kullanılabilir yani âmel edilebilir hale getiren elektrik dağıtım merkez ve saatleri misalidir. Onlar olmadan direkt Kur’an’dan beslenemeye çalışmak milyarlarca volt elektriği biranda almaya benzer. Yanarsınız ve yakarsınız. Vallahû âlem… 

   

Son olarak Kur’an bize yeter diyenlerin asıl gayesi Peygambersiz kendi anlayışlarına uygun yeni bir din icat etmektir. Abdesti, namazı, orucu, haccı farklı; Allah ve ahiret inancı farklı; batının ve sekülaristlerin beğendiği ancak Müminlerin beğenmediği ve Allah’ın razı olmadığı modern (!) bir din icat etmek istiyorlar. Bu anlayış İslam’ın ilk günlerinden itibaren kendini göstermiş ve ümmet için fitneden başka bir işe yaramamıştır.

Kur’an-ı Kerim’i okuduğumuz zaman O bizi Kur’an’ın beyan edicisi yani açıklayıcısı olan Peygamberine yani O’nun (as) Sünnetine yönlendirmektedir. Yani Kur’an Sünnet için bir alan bırakmıştır. Sünneti okuduğumuzda O bizleri gökteki yıldızlar gibi olan ve hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz dediği Ashab’a yönlendiriyor. Ashabı okuduğumuz zaman onlar bizi Tabiûn’a yönlendiriyor. Tabiûn bizleri Etba-ı Tabiûna, Müctehid imamlara, müftülere yönlendiriyor ve bu durum böylece devam etmektedir.

Kısaca Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas olarak belirleyeceğimiz bu alan, biz Müslümanların kaynaklarıdır. Kur’an dışında bir kaynağımız yoktur sözü Kur’an dışı yani İslam dışı bir anlayıştır.

Eksiklikler, yanlışlar, hatalar bize aittir. İslam tertemiz, eksiksiz ve noksansız yani tastamamdır. Ve axiru dâvana ânil hamdulillahi rabbil âlemin.