Kur'an-ı Kerim Kendisinden Başka Kaynak Kabul Etmez Mi? 3

Yukarıdaki üç ayetten yola çıktığımızda Kur'an'ı Allah koruyor, Peygamberi indirdiği Kur'an'ı açıklamalar yapsın desteklesin diye göndermiş ve Allah o açıklamaları da koruyacağını kendi üzerine aldığını söylüyor dedikten sonra Kur'an Allah'ın himayesinde, Sünnet kimin himayesinde diye bir soru sorulamaz bir daha! Sünneti de Allah'ın koruduğunun belgesi Kur'an'dır. Nahl Suresi 44. Ayeti kerimesini bir yere koyamayız başka türlü. Hiçbir yere koyamayız!

Bu ayet niye Kur'an'da var o zaman diye sorulur. Allah Kur'an indirdim beyanını da Ben yapacağım diyor. Eğer Sünnet yok ya da korunmammış ise şöyle bir durum olması gerekecektir. Ya asıl Kur'an olacak ondan sonra da yine vahiyle Kur’an’ın ek ilave ciltleri gelecek. Kur'an’ın tefsirini de Allah gönderecek. Peki, beyanı nerede Kur'an'ın? Amel etmek için, Kur’an’ı pratiğe dökmek için, hayatımızı Allah'ın muradına göre yönlendirmek, vahy'e göre yaşayabilmek için Kur'an'ın beyan edilmesi lazım İŞTE BUNA SÜNNET DİYORUZ. (https://www.youtube.com/watch?v=GRy42mkpzfw/Kur’an Bize Yeter Mi? Hadise Gerek var Mı?)

   

Bir gün İmrân b. Husayn (Hayberin fethi esnasında Müslüman olmuş. Sahabenin büyüklerinden. 52/672 yılında vefat etmiştir.) Basra’da bir ders halkası oluşturmuş, kendine sorulan sorulara cevaplar veriyor. Adamın biri şefaat hakkında bir soru sordu, İmrân b. Husayn’da hadislerle şefaatin hak olduğunu, kimlerin kimlere nasıl şefaat edeceğini anlatmaya başladı. Bir anda bir itiraz yükseldi cemaat içindeki bir adamdan ve o adam dedi ki: “Ey Ebü Nüceyd (Bu İmran’ın künyesidir)! Bize Kur’an’dan bahset! Sen Kur’an’da olmayan şeyleri bize anlatıyorsun!” Bu sözler bir anda meclisin havasını değiştirdi, İmran b. Husayn’da biraz öfkelenerek o sözün sahibi olan adama dedi ki: “Sen ve senin gibiler Kur’an’ı okuyorsunuz (değil mi?). Bana, namazdan, namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana Kur’an’dan akşam namazının 3, yatsı namazının 4, sabah namazının 2, öğle ve ikindi namazlarının 4 rekât kılındığını söyleyebilir misin? Yine bu namazlarda gündüz namazlarının sırren (gizli), yatsı, akşam ve sabah namazlarının cehren (açıktan) kıraatin yapılabileceğini söyleyebilir misin? Bana altının, sığırın, devenin ve diğer malların zekâtından bahsedebilir misin? Bunlardan bahsedemeyeceksin. Çünkü bütün bunları biz Resulullah’tan öğrendik, sen yokken, ben peygamberle beraberdim. O bize ne dediyse biz işittik ve itaat ettik ve onun gereğini yerine getirmeye azmettik.” Bu sözlerin ardından adam özür diledi ve dedi ki: “Allah sana merhamet etsin Ey Ebû Nüceyd! Sen beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin!” Olayı bize nakleden Hasan-ı Basrî demiştir ki “Bu adam daha sonra Müslümanların en fakihlerinden biri oldu!” (Hâkim, el-Müstedrek, 1,109-110)

   

Kur’an-ı Kerim Arapça indirilen bir kitaptır. Ashab-ı Kiram Arapça konuşmasına rağmen bazı ayetleri tam manası ile anlayamamış ve bu durumu Peygamber Efendimiz Aleyhisselama bildirmiş Peygamber Efendimiz Aleyhisselam da onlara ayetleri açıklamıştır. Örneğin; “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” (En’am, 82) Sahih kaynaklarda nakledilen bir rivayete göre bu âyet geldiğinde Ashab, hayat boyunca zulümden uzak durmanın kendileri için mümkün olmadığını düşünerek telâşa kapılmışlar; bunun üzerine Resûlullah âyete şu şekilde açıklık getirmiştir: “Bu sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Burada Lokmân’ın oğluna hitaben söylediği “Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” (Lokmân 31/13) meâlindeki âyette geçen zulüm (şirk) kastedilmiştir.” (Buhârî, Enbiyâ, 41)

Yine “…Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın…” (Bakara, 187) Allah, Bakara Suresinde geçen “…beyaz ipliği, siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyin için, sonra fecirden akşama kadar orucu tamamlayın…” (Bakara, 187) ayetini indirdiğinde bazı sahabeler ayaklarına beyaz ve siyah iplik bağlarken diğer bazıları da başlarını koydukları yastıkların bir köşesine bu ipleri bıraktılar. Bu vesileyle sahur vaktini tayin edip yeme ve içmeyi terk edeceklerdi. Yani ayette geçen lafzı olduğu gibi zahiri açıdan anlamışlar, günün aydınlanıp bu iki ipin belirgin bir hal alacağı vakte kadar sahurlarına devam etmişlerdi. Bu durum Peygamber Aleyhisselam`a intikal ettiğinde kendisi “Bu gecenin siyahlığı ile gündüzün aydınlığıdır (Fecri Sadık)” (Müttefekun Aleyh) diyerek yanlış anlaşılmayı gidermişti.

Adiy b. Hâtim Radiyallahu Anh şöyle dediği nakledilmiştir: “Yukarıdaki ayet inince, bir siyah, diğeri beyaz iki tane ip alıp, bunları yastığımın altına koydum. Sahurda bunlara bakıyor, birbirinden ayırt edilecek kadar tan yeri ağarınca yemeği içmeyi bırakıyordum. Sabah olunca, Resulullah Aleyhisselama gidip yaptığım şeyi ona haber verdim. O, şöyle buyurdu: “Senin yastığın ne kadar da büyükmüş! Ayette kastedilen, gündüzün beyazlığı ve gecenin siyahlığıdır (Fecri Sadık). Bunları bir yastığın altına nasıl sığdırırsın'!” (Buhârî, Savm, 16)

   

İlk olarak Kur’an ayetlerini kendi kısır görüşlerine göre keyfi olarak yorumlayıp İslam cemaatinden ayrılanlar Hariciler’dir. Bu bakış açısına güzel bir örnek olması bakımından Sahabeden Abdullah İbni Abbas Radiyallahu Anh’ın Haricilerle yaptığı bir tartışmayı nakletmek istiyorum.

Hz. Ali Radiyallahu Anh dini gerekçeler ileri sürerek kendisinden ayrılan bu grubun geri dönmesini çok arzuladığı için onları ikna etmek üzere İbni Abbas Radiyallahu Anh’ı görevlendirdi. İbni Abbas Radiyallahu Anh onların yanına vardığında aralarında geçen tartışmayı şöyle anlatıyor: 

Onlara: “Rasûlullah’ın sahabelerine ve amcaoğluna olan kininizin nedeni nedir?” dedim. “Üç neden vardır” dediler. “Nedir onlar?” dediğimde şöyle açıklama yaptılar: Birincisi; Allah, “Hüküm yetkisi yalnız Allah’ındır” buyururken O Allah’a ait bir işte insanları hakem olarak kabul etti. İnsanların hükümle ne işi var?” İkincisi; “O (Cemel ve Sıffîn’de) savaştı, ama ne kimseyi esir aldı ne de ganimet aldı. Eğer savaştıkları kâfir idiyseler onları esir almak helal idi, eğer mü’min iseler onları esir almak ve onlarla savaşmak helal olmazdı.” Üçüncüsü: “Kendisi Emîrü’l-Mü’minin sıfatını (antlaşmadan) sildirip bu sıfattan vazgeçti. Eğer mü’minlerin emiri değilse o zaman kâfirlerin emiridir.” 

Onlara dedim ki: “Bunların dışında bir şey var mı?” Dediler ki; “Bunlar bize yeter.”

Onlara; “Söyler misiniz eğer Allah’ın kitabından ve Resulullah’ın Sünnetinden söylediklerinizi çürütecek deliller getirirsem (Müslüman topluluğuna) geri dönecek misiniz?” dedim. “Evet” dediler. Onlara dedim ki: “Bir dirhemin dörtte birinin değeri konusunda bir de kadın ve eşinin arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi konusunda yüce Allah insanlara hakemlik yapmalarını emretmiştir. “Ey iman edenler! Siz ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden biri onu bilerek öldürürse kendisine bir ceza vardır. O ceza ise, öldürdüğüne benzer bir hayvan olup, öldürülenin emsali olduğuna içinizden iki adil kişinin karar vermesi gerekir.” (Maide, 95) İşte bu, insanlara verilen hakemlik yetkisidir.

   

“Allah aşkına söyler misiniz? İnsanların arasını bulmak ve kanlarının akmasını durdurmak için hakemlik yapmak mı üstündür yoksa değeri dirhemin dörtte biri olan tavşan hakkındaki hakemlik mi üstündür?” diye sorduğumda: “İnsanların arasını bulmak ve kanlarının akmasını durdurmak için hakemlik yapmak daha üstündür.” dediler. Yüce Allah buyurur ki: “Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin.” (Ahzab, 36) Allah aşkına söyler misiniz? İnsanların arasını bulmak ve kanlarının akmasını durdurmak için hakemlik yapmak mı üstündür yoksa kadın ve erkek arasını bulmak için hakemlik yapmak mı? “Şimdi bu düşüncenizden vazgeçtiniz mi?” diye sorduğumda “Evet” dediler.

“Ali savaştı, ne kimseyi esir aldı ne de ganimet aldı.” sözünüze gelince, anneniz Aişe’yi esir alır mısınız? O annenizken başka kadınlarda helal gördüğünüzü onda helal görecek misiniz? Eğer, “Başka kadında helal gördüğümüzü onda da helal görürüz” diyorsanız siz kâfirsiniz. Eğer, “Annemiz değil” diyorsanız Kur’ân’ın şu âyetini inkâr etmiş olursunuz: “Peygamberin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır. Onun eşleri de müminlerin anneleridir.” (Ahzab, 6) Görülüyor ki, siz iki sapıklık arasında bocalıyorsunuz. Gelin bir çıkış yoluyla bundan kurtulun. “Şimdi bu düşüncenizden vazgeçtiniz mi?” dediğimde “Evet” dediler.

Sonra şöyle devam ettim: Kendisinin Emîrü’l-mü’minin sıfatını sildirip bu sıfattan vazgeçmesi konusunda da hoşnut olacağınız delilleri size arz edeceğim: “Allah Resulü Hudeybiye gününde müşriklerle antlaşma yaptı. Antlaşmayı yazması için Hz. Ali’ye: “Ey Ali! Bu, Allah’ın Resûlü Muhammed’in yaptığı antlaşmadır” diye yaz, buyurdu. Bunun üzerine müşrikler dediler ki: “Şâyet biz senin Allah Resûlü olduğunu bilseydik seninle savaşmazdık.” Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: “Ey Ali! Allah’ın Resûlü’nü sil. -Allah’ım! Sen bilirsin ki ben senin Resûlünüm- ey Ali sil ve şöyle yaz: Bu, Abdullah’ın oğlu Muhammed’in, üzerine antlaştığı maddelerdir.”

   

Allah’a yemin olsun ki Allah’ın Resulü Ali’den üstünken “Resûlullah” sıfatını sildirmiştir. Ama bu onun kendini peygamberlikten çıkardığı anlamına gelmiyor. “Şimdi bu düşüncenizden vazgeçtiniz mi?” dedim. “Evet” dediler.” 

   

Bunun üzerine onlardan iki bin kişi Müslüman topluluğuna geri döndü. Geri kalanlar ise karşı çıkıp muhalif kalmaya devam ettiler ve bu sapık fikirlerini savunmak için ümmetin en hayırlıları olan Ensâr ve muhacirlerle savaştılar. (Hasâisü Emiri’l-Mü’minin Ali b. Ebî Talib, Sünen-i Nesaî)

Devam edecek…