Kimse Sınırlarımızı Zorlamasın

Avrupalıların Hasta Adam adını taktıkları Osmanlı’nın özellikle 16. yüzyılın başlarından itibaren yaptığı hatalar silsilesi sonucu bir Türk devletinin daha çöküşü başlamıştı.
Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan, Ermenistan gibi kan emici küresel emperyalist ülkelerin fiili işgali başladı. 2 milyon beş yüz bin kilometre karelik vatan toprağının her karışında kıyasıya bir savaş vardı.
Cephede göğüs göğüse mücadele devam ederken ermeni çetecilerin, rum çetecilerin, kürt isyancıların ve arap işbirlikçilerin hançerlerini sırtımızda hissettik…

İşte böyle bir ortamda damarlarındaki asil kanın kendisine yüklediği sorumluluk gereği milli mücadeleyi başlatan Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK’ün engin feraseti, eşsiz fedakarlığı, üstün cesareti, askeri kabiliyeti ve siyasi dehası ile hem işgalciler kovuldu, hem de isyanlar bastırıldı.
TBMM tarafından 1920’de ilan edilen misak-ı milli ile yeni Türk devletinin sınırları belirlendi ve Hatay’ın da ilhakıyla sınırlarımız son halini aldı.
Sınırlar belirlenince, sınır ihlalleri de ortaya çıkmaya başladı. Kaçakçılar, eşkıyalar, ajanlar, kanun kaçakları bir yolunu bulup sınırlarımızı geçiyordu.

Namusumuz kadar kutsal olan sınırlarımızın kevgire dönmesinden rahatsız olan devlet aklı, sınırlara mayın döşeme kararı aldı.
1957 yılından itibaren kademeli olarak Suriye, Irak, İran ve Ermenistan sınırlarımıza 950 binden fazla mayın döşendi.
Artık sınır ihlalleri büyük ölçüde önlenmişti. Kaçak yollardan sınırı geçmeye çalışanlar ya canlarından, ya da kol, bacak gibi bazı azalarından oluyordu.
Yani mayın sayesinde sınır ihlali, intiharla eşdeğerdeydi.
Sınırlarımız eskiye göre daha güvenliydi.

Ancak, Eylül 2003’te imzalanan Ottowa Sözleşmesi gereği hem sınırlardaki hem de yurtiçindeki mayınların sökülerek imha edilmesi gerekiyordu.
Halbuki, Rusya, Çin, ABD, İran, İsrail ve Pakistan’ın da aralarında olduğu tam 32 ülke bu sözleşmeye imza atmamıştı. Yani biz de imza atmak zorunda değildik, ama o imzayı attık ve taahhüdümüz gereği mayınları sökme işine başladık…
Biz mayınların bir kısmını söktükten sonra sırtlanlar, yılanlar ve çıyanlar tarafından Suriye’nin içi öyle bir karıştırıldı ki, kimse ne olduğunu anlayamadan Suriyeliler göç yollarına düştüler…
Evet… Göç yeni dünya düzeninin acı bir gerçeği aynı zamanda büyük sosyal patlamalara gebe olan tehlikeli bir oyunuydu…
Bu göç dalgasından Türkiye’nin payına da milyonlarca insan düştü…
Bunların bazıları sınır kapılarından kontrollü bir şekilde girdi, bazıları da (belki) can havliyle araziden kaçak yollardan sınırımızı geçtiler.
Hatta PKK, PYD, IŞID teröristi olduğu halde kendini kamufle ederek, sınırı geçip ülkemize girenler bile vardı ki, kolluk kuvvetlerimiz zaman zaman bunları paketleyip gönderiyor.
Yalnız geçen gün bir vali ile emniyet müdürünün diyalogu beni oldukça şaşırttı.
Okulu basarak müdürü döven sığınmacının akıbetini soran gazeteciye cevaben, “kaçak yollardan sınırı geçip kaçtığını” emniyet müdürü söylüyordu.

Nasıl yani?
Ülkemiz yolgeçen hanı mı?
İsteyen herkes elini kolunu sallayarak böyle sınırı geçebiliyor mu?
Bu kaçak geçişten Emniyet Müdürü nasıl haberdar oluyor?

...Ve kafamdaki bu gibi birçok soruya cevap ararken bu sefer de İçişleri bakanının bir açıklamasıyla karşılaştım.
729 bin Suriyeli sığınmacının bildirdiği adreste bulunmadığını, Türkiye içinde kayıp olduğunu bizzat içişleri bakanı söyledi.
Kayıp olan bu sığınmacılarla ilgili merak ettiğim bazı hususlar var:
Yaş ortalamaları kaç?
Cinsiyetleri nedir?
Eğitim düzeyleri nedir?
Suriye’deki sabıka kayıtlarına ulaşabiliyor muyuz?
Aralarında Suriye devleti adına casusluk yapan var mı?
Kayıp sığınmacılar halen Türkiye’de mi saklanıyor?
Aralarında kaçak yollardan ülkemizi terk eden var mı?
Varsa bunların sayısını kim, nasıl öğrenecek?
Kaçak olarak yurtdışına çıkan sığınmacıların yine kaçak yollardan geri gelme ihtimali var mı?

Uzun sözün kısası, endişeliyim hem de çok endişeliyim.
Bu endişemin sebebi sığınmacılar yani sadece Suriyeli değil, Filistinli, Iraklı, İranlı, Afganistanlı, Pakistanlı vb. göçmenlerdir.
Bütün dünyayı tehdit eden göç dalgasından daha fazla zarar görmememiz için ülkemizdeki sığınmacıların hızlı fakat güvenli bir şekilde geri gönderilmeleri elzem hale gelmiştir.

Nüfus yapımızı muhafaza edebilmemiz için, sosyal, kültürel, ekonomik, güvenlik sorunlarını bertaraf edebilmemiz için, ahlaki yozlaşmayı onarabilmemiz için, kısacası normale dönebilmemiz için sığınmacıların geri gönderilmesi şarttır.
Sınırlara kamera kurmanın, duvarlar örmenin işe yaramadığını gördük. Sınırlarımızdaki güvenlik açığını kapatabilmemiz için Ottowa Sözleşmesinden çekilerek sınır boylarına yeniden mayın döşemeliyiz ki;
Kimse sınırlarımızı zorlamasın!