Sarıkamış şehitlerimizi andığımız bir günde bu yazıyı kaleme almam vesilesi ile istiklal şehitlerimiz, terörle mücadelede verdiğimiz şehitler, 15 Temmuz şehitlerimiz hasılı bu toprakların bize yurt olarak bırakılmasında canı pahasına mücadele etmiş tüm şehitlerimize rahmet diliyorum.
FETÖ bu toplumun pek çok değerlerini istismar etti. Cemaat, imam, himmet, kurban gibi İslami kavramlar dejenere edildi, bizler için bir değer ifade eden bu kelimeler terörle anılır oldu maalesef. Milletin yardımlaşma ve infak duyguları ile oynandı bu örgüt tarafından. Şu an çevremizde olan hadiselere, televizyonlar aracılığı ile din adına ne kadar din dışı yayınlar, istismarlar yapılıyor, bunlara ne kadar duyarlıyız, ne kadar eleştirip müdahale ediyoruz, tüm bunları da bir irdelememiz lazım. Örneğin kedicikler paylaşımları ile yapılan istismar çok ta göz ardı edilecek cinsten değil, bu konuda hiç bir uyarı, müdahale, engelleme de duymadım, söz konusu da değil.
FETÖ’ nün etkin olduğu yıllara baktığımızda sürekli gücün ve güçlünün yanında olma isteğini çok bariz bir şekilde bir sefer tespit etmemiz gerekiyor. Yani gücün ve güçlünün yanında olarak menfaat devşirme isteği ve eylemi bu örgütün en belirgin özelliği ve taktiğidir. Siyasete müdahil oldukları dönemlerde hatırlarsak dershanelerin kapatılması gibi dönemlerde doğrudan siyasete davet edilmelerine rağmen bunun yerine hep hazır siyasi partileri ve siyasileri kullanmayı tercih ettiler. Yani sürekli siyasilere davul sizde tokmak bizde olsun dediler. Bunu iş çevrelerine, iş adamlarına da yaptılar maalesef. Yalnız FETÖ ile mücadele kapsamında biraz gözlerden kaçan, ihmal edilen bir hususa değinmek istiyorum. Bu aslında ahlaken de doğru olmayan bir zaafın böyle bir örgüt tarafından kullanılması olarak karşımıza çıkıyor. Yani biz FETÖ ile mücadele ederken inanç ve ahlak noktasında zihinsel olarak ta mücadele etmeliyiz. FETÖ’ nün yıllarca faydalandığı, kullandığı toplumsal zaaflarımız için de yeni ahlaki normlar oluşturma veya bu ahlaki kuralları yeniden inşa etme, canlandırma gayreti içine girmemiz lazım kanaatimce. Neredeyse her ilde üst düzey bürokratlar, işadamları, yöneticilerle hemhal olmaları her yerde işlerini kesintisiz yürütme isteklerinden kaynaklanıyor ve bu dediğimizi zaten doğruluyor. İşin ilginci tüm bunlar yaşanırken, bu saydığımız çevrelerle bu kadar yakınken ahlaki olarak ta olsa eleştirilerin çok az olması veya eleştirilerin çok etkisiz kalması. İşte bu bizim toplum olarak zaafımız. Yani tüm etkili yerlere, etkili makamlara böyle bir sızmanın, sızarak böyle bir menfaat devşirmenin tüm toplum tarafından zaten doğal olarak tepki alması, hoş karşılanmaması gerekirdi diye düşünüyorum acizane. İnanç esaslarına ters yönlerinden ötürü o zamanlar neden eleştirip yermedikleri nedeni ile ilahiyatçılar, din adamları ve diyanet nasıl eleştiri alıyor, tenkit ediliyorsa tüm toplum olarak hepimiz de bu zaafa göz göre göre sessiz kaldığımız için özeleştiri yapabilmeliyiz. Sürekli dillendirildiği gibi liyakatten falan bahsetmek istemiyorum aslında. Liyakati de belki şıklardan biri olarak sayabiliriz ancak yeni bir ahlaki norm oluşturmaktan bahsediyorum. Yani hakkı teslim etmeye çalışmak, haksızlıktan utanmak, haksız olan en yakınımız bile olsa haksızlığını söylemek, haksız bir talepten utanmak, haksız bir teslimden utanmak, haksız bir temsilden utanmak, tüm bunları hoş karşılamamak, idare olarak, yönetici olarak bizden olan olmayan ayrımı değil yalnızca hak eden veya hak etmeyen ayrımında, arayışında olabilmekten bahsediyorum…
Bu söylediğimiz şeyler toplum olarak yabancı olduğumuz şeyler değil aslında. Zamanla dejenere olmuş olsa da millet olarak geçmişte temel ahlak yapımızda olan şeyler tüm bunlar. Yani yeni sayılmasa bile yeniden bir ahlaki normu, bir ahlak kuralını, bir adeti, bir usulü tesis etmeye ihtiyaç var kanaatimce. O da şu ki haksızlıktan utanmak, haksızlıktan sıkılmak , hakkı sahibine teslim edebilmekten bahsediyorum, yani kısaca Hakk üzere olmak...