Hiçbirimiz robot değiliz, bizler insanız ve yaradılışımız gereği, sorgulayarak, araştırarak kendimizi geliştirir ve fikir üretiriz. Bazen ürettiğimiz bu fikirler birbiriyle çatışır böylece ortaya fikir ayrılıkları çıkar…
İşte siyasette de, aynı partide mücadele eden insanların arasında bile zaman zaman fikir ayrılıkları yaşanmıştır.
Siyasi etiğin olduğu dönemlerde gün yüzüne çıkan ilk fikir ayrılığı 1945 yılında CHP’de gün yüzüne çıkmıştır. Bunun sonucu olarak Celal Bayar “önce milletvekilliğinden, sonra partisinden istifa” ederek, Demokrat Partiyi kurmuştur. Yani eski partisine ve genel başkanına tepkisini gösterirken milletvekilliğinden feragat etmiştir.
Demokrat Partiden istifa eden Fevzi Çakmak, Osman Bölükbaşı ve bir gurup arkadaşıyla birlikte 1948 yılında Millet Partisini kurdu.
Yine Demokrat Partiden istifa eden Ekrem Hayri Üstündağ ile 19 milletvekili 1955 yılında Hürriyet Partisini kurdu.
Yıllar geçtikçe, kurulan siyasi partilerin sayısı arttı. Sayı arttıkça geçimini siyasetten temin eden bir zümre oluştu.
Siyaseti memlekete hizmet için bir araç olarak görenlerin yanı sıra siyaseti şahsına ait bir menfaat kapısı olarak gören zübükler de vardı.
Kurulan parti sayısı iki yüzü geçti. Bunların bir kısmı çeşitli sebeplerden dolayı kapandı veya kapatıldı.
Fakat her zaman milletvekili ve belediye başkanlarının başka partilere transferleri gündemi meşgul etti.
Bu transferlerde çeşitli menfaatler elde edildiği konuşulmuş, yazılmış, çizilmiş ama hiçbir zaman ispat edilememiştir.
Tabi ki, her Türk vatandaşının istediği partide siyaset yapma hakkı vardır. Ama “a” partisinden aday olup, seçildikten sonra “b” partisine transfer olmak etik bir durum değildir. Bu düpedüz seçmenden alınan oyu bir başka partiye pazarlamaktır.
Bir partinin genel başkanı tarafından belirlenen listeden yine o partinin ambleminin marifetiyle milletvekili veya belediye başkanı seçilen insanın başka bir partiye geçerken önceden elde ettiği tüm makam ve rütbelerden istifa etmesi gerekir.
Eğer bunu kendi rızasıyla yapmıyorsa, bu durum yasalarla düzenlenmelidir.
Bunun için siyasi partiler yasasına bir madde eklenmesi yeterli olacaktır.
Gerçek demokrasinin tecellisi ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
Bizim istediğimiz bu değişikliği yapmaya kim yetkilidir. Tabi ki, TBMM’nde temsil edilen siyasi partiler ve genel başkanları…
Bu değişiklik yapılmadığı sürece, bizim “a” partisine verdiğimiz oyun hiç benimsemediğimiz “b” veya “c” partisine gitmeyeceğinin garantisi yoktur.
Siyasi etik yani siyasi ahlakın sınırları yasalarla belirlenmelidir.
Bunun için öncelikle parti içi demokrasi tavizsiz bir şekilde uygulanmalıdır.
Yani, bir siyasi partiye üye olan insanlar seçim kurulu görevlisinin gözetiminde gizli oy kullanarak ilçe delegesini seçmeli, bu delegeler kendi ilçe başkanlarını seçmeli,
İlçelerden seçilen bu delegeler yine aynı usulle il başkanını seçmelidir.
O partiye üye olan herkes her makama aday olabilmelidir.
Tek adaylı kongreler demokrasiye düşen gölgelerdir.
Her ilden seçilen delegeler, büyük kongrede toplanarak adaylar arasından en uygununu genel başkan seçmelidir.
Belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi, milletvekili ve belediye başkanı adayları birkaç kişi tarafından değil yine bizzat delege tarafından “ön seçimle” belirlenmelidir.
İşte o zaman başarısız olan yönetimler ilk kongrede alaşağı edilir.
Partilerde saltanat devri biter,
Seçimden seçime halkın arasına giren siyasetçiler dönemi biter,
…ve en önemlisi siyasi transfer olayı biter, zübüklük son bulur!
Yeter artık gerçek demokrasi tecelli etsin, memleket hizmete doysun!